1 Şubat 2022 Salı

Ben Sana Mecburdur

    Yaklaşık bir saatte ancak bu kadar toparlayabildim düşündüklerimi. Artık yazmamakta ısrar edersem eskiyecek fikirler ve paylaşamaz olacağım. O yüzden kör topal bir giriş yapmaya çalıştım. İlerleyen günlerde birkaç düzeltme yapacağımı umuyorum.



    "Çift, üç kişiden oluşur." lafını duymuşsunuzdur belki. İfadenin asıl bağlamıyla pek ilgilenmeyip bize ne çağırıştırdığından bahsedelim: Öncelikle kendisini özel bir tür ilişki içinde tanımlamak isteyen bu çiftin mensupları yekdiğerini hayatının bir "en"i veya "yeganesi" olarak tavsif edecektir. En güvendikleri, en sevdikleri, en elzem gördükleri veya ihtiyaç duydukları yegane, özledikleri yegane, seviştikleri yegane vesaire kabilinden tanımlanmış bir insan. Fakat bu sıfatların herhangi bir anlamı olması için üçüncü kişilerin varlığı gerekir ki partneri onlardan ayırarak veyahut onları partnerden dışarı tutarak makbul bir tanım yapabilelim. Şu hâlde bu iki şahsın bir "çift" olarak varlığının, üçüncü kişilere muhtaç olduğunu söylüyoruz.
    Bu düşünceyi aklımızda tutalım ve kainatı anlamak yolunda üzerine diğer fikirlerini bina edebileceği sağlam bir zemin ararken fiziki dünyanın doğruluğundan bile değil doğrudan varlığından şüphe etmiş Descartes'ı hatırlayalım. Demişti ki "Velev ki bir halüsinasyon şu gördüğüm, yaşadığım hayatın hepsi." Bir noktada ileri gidip kendi varlığından dahi şüphe edecek olmuştu elinde şüphe edecek başka bir şey kalmadığında. Sonraysa "Şu anda varlığımı sorguluyorum. Yapacağım bütün akıl yürütmeler bir yana, sorguluyor olduğum vaki. Öyleyse bu eylemin bir faili olması gerekir ki bu da tabii ki kendimim. Yani düşünüyorum, öyleyse varım!" demişti. 15-16 yaşlarımda "Yöntem Üzerine Konuşma"yı ilk okuduğumda bu akıl yürütmeyle dehşete düşmüş, bu naçiz adamın vahiy alır gibi bize bu kadar kesin, bu kadar yakin bir bilgiyi nasıl sunduğuna hayret etmiştim. Descartes zihninde kendi varlığına kadar her şeyi silmiş ve yoktan bir bilgi yaratmıştı! "Ex nihilo nihil fit" diyen Latin bilginlere kapak olsundu! Fakat işte Descartes elimi tutmayı tam bu noktada bırakmıştı benim. Kendisi koyu bir dindar olup benim o gün de gülünç bulduğum bir mantıki sıçrama ile "Ontolojik Kanıt" denen, beni de pek kesmeyen, bir kanıtla Tanrıya varmış, sonra da "Tanrı, tanımı gereği iyi olmalıdır, iyi bir tanrı bana yalan söylemez, öyleyse şu gördüğüm fiziki dünya sahih olsa gerek." diyerek yaşamına devam edebilmişti. Benim bu adımları izleyememiş olmam, başka bir yolla benzer sonuca ulaşmamı zorunlu kılmıştı.
    Aslında bu tartışmada mutlaklıktan, ne anlama geldiğinden ve var olup olmadığından bahsetmek gerek ama okurun da yazarın da takat sınırlarında kalmak için kısaca, meşhur "kimsenin olmadığı bir ormanda devrilen ağaç" örneğini düşünelim. Böylesi bir ağaç devrildiğinde herhangi bir ses çıkarmayacaktır. Zira "ses" kendi kendine var olan (o ne demekse artık) bir şey değil, hava moleküllerinin belli bir dalga fonksiyonuna insan beyninin verdiği sistematik anlamdır. Dolayısıyla kimsenin duymadığı bir ses, var değildir. Aynısı her türlü görüntü için de geçerlidir zira ışık dalgalarına beynin verdiği lalettayin anlamlardan ibarettir. Şu hâlde, diğer tüm duyumsamalar da benzer yolla açıklanacağından, dış dünyamızdaki şey'lerin tümünün bütün özellikleri bir insan gözlemcinin varlığına muhtaç olduğundan mevcudiyetleri de böyledir. Eşyanın varlığı gözlemci olan insanın elindeyse, o gözlemci basitçe "Ol" der ve olur. İşte üzerinde yaşanacak dünya, böyle kurulur.
    Yalap şap bahsetmiş olduk dünyanın varlığına nasıl inandığımızdan fakat elimizde hâlâ kendi mevcudiyetimizin şüpheli olması sorunu var. Zira kişiyi diğer şeylerden ayırmanın makul bir sebebi olmadığından, onun da varlığı bir gözlemciye muhtaç değil midir? Yani kendi kendisinin varlığını kanıtlayan bir nesne, hücresinde kendi krallığını ilan etmiş bir mecnuna fazla benzemiyor mu? Hayır, var olmanın yolu delirmekten geçmemeli. Kişi kendi varlığını öyle dünyayı yarattığında yaptığı gibi basit bir zikirle ilan edemez. Yani söylüyoruz ki, bu sorgulamaları yapan 1. Şahıs, kendi kendine var olamaz. 
    3. Şahıstan bahsetmek için daha çok erken. Öyleyse 1. Şahsın kendisi olan ben, var olmak için bir 2. Şahsa, sana muhtaçtır. Yani ben, sana mecburdur. Diyoruz ki; hayat, iki kişi yaşanır.