Genzimde kekre bir tortuyla uyandım. Hayata dönmenin acısıyla yalvarır gibiydi bana gözlerim; yastığa geri gömüp boğayım istiyorlardı onları. Izın verdim en ilkel dürtülerimin beni yönetmesine. Erteledim hayatı elimden geldiği kadar. Yalvarışlarına uymak için duymadım telefonumu, kontrol etmedim posta kutumu. Açlığımı bastırdım, diyorum, gözlerimin yalvarışlarına uymak için.
Sonunda zihnim yeteri kadar boşaldığında, hayattan kaçmaktan yorulduğumda ve boynumdaki ağrı bir aşınalık kesb etmeye başladığında kalktım yataktan. Yalvarışlar sinmiş üstümdekilere, iyisiyle kötüsüyle. Nefret ettim kokusundan, çıkarmadım ama üstümden. Evde hâlâ ekmek yok, günlerdir başka tahıl ürünleri ikame ediyorum ekmek yerine. Öyle fırıncıya bir tavır falan değil bu, cebimde param da var. Kapıcının oğlunu markete gönderemediğimden belki, veya kuryeyle ekmek söylemeyi yakışıksız bulduğumdan.
Kahvaltımı ederken gözüm uzaktan aynaya takıldı. Ne genzimdeki tortuya yakışıyor bu kahvaltı ne de gözümdeki ağrıya. Üç çeşit peynir, somon olmayan bir ekmek, domates bile doğramışım üstünde zeytinyağıyla!
Kalktım biraz yaklaştım aynaya, İnsan yaklaştıkça daha çok detay göreceğini sanıyor. Öyle olmadı: Her adımda daha da basitleşti çehrem. Sonunda aynaya vardığımda iki fırça darbesine indirgenmişti yüz hatlarım, bütünüm. Kişiliğimin tamanı klişe bir sinopsise sığıyordu gördüğüm akiste. İnançlarımı düşündüm. Özlediklerimi, hayal ettiklerimi ve hayalime sığdıramadıklarımı getirdim fikrime. O kadar alelade, o kadar her-sokakta-rastlanır, o kadar basitti ki hepsi... nabzım dahi yükselmedi. Midem bulandı basitliğimden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder