19 Haziran 2022 Pazar

Taktir-i İlham

    Bir mülhime'nin sözlerinden düşünmeye başladım bugün. Bedenini kaybetmiş bir yalnız kimseden bahsediyor ve bu kaybedişi beter eden bir unsur olarak "Hayatımı da (artık) bulamıyorum." cümlesini bu kaybedenin ağzına koyuyordu. Mülhime'nin frenkçeden tercümeye tenezzül etmediği bu "plus" yani ki "artık" lafının imasını gayet sarsıcı buldum ben de. Çünkü bu, bu kaybedenin zamanında hayatına sahip olduğunu, eskiden ne yaptığını bildiğini söylüyor. Ne güzel zamanlardı, "yapacak işlerimiz" sorumluluk anlamında değil, geleceğe dair hayallerimizi kapsayan şeylerdi. Başarılacak görevler, gelinecek yerler, gezilecek bölgeler, görülecek kimseler vardı. Şimdiyse kaybettim bu bir gayeyle, iştiyakla hayata yaklaşma hâlini ve bir yetişememişlik, kaybetmişlik, kaçırmışlık, yoksunluk, eksiklik hakim her şeye. Ne layık kimseleri yakalayabildim, ne kaçan onca trene yetişebildim... Bir zamanlar dostlarımla beraber camından kırları izlerken sohbet edeceğimi, belki önümdeki koltukta bilmediğim bir alfabeyle yazılmış bir şiirden ilham alıp yüksek sözler söylemeye başlayacağımı hayal ettiğim trenlerin arkasından koşmaktayım bütün gücümle. Ne kadar hızlı koştuğum, ne kadar geride kaldığım tamamen önemsiz; kimileyin önüne geçtiğim bile oluyor ama o zaman bile durup beklemem mümkün değil. Bacaklarım patlarcasına koşmak zorunda hissediyorum aynı istikamette, çünkü tek önemli olan bu: koşuyor olmak. Yürüyenler ölür; ölülerse konuşamaz...

    Düşüncelerim arasında Oğuz'un gözlerini parlattı bir serbest çağırışım. "Evet" dedi, "tıpkı dinsizliğin beni hiçbir zaman rahatsız etmemiş olması gibi. Asla tümüyle inanmamıştım zaten, bir gün olmadığına kanaat getirince de hiçbir şey değişmedi hayatımda. Fakat hatırla! Nasıl da bağırmıştı anne babasına Nietzsche 'Tanrı öldü, anlasanıza!' diye. Çünkü o saçından tırnağına kadar bir dindardı çocukluğunda. Tanrının miski sinmişti onun her soluğuna. O hâlde ateist bir hayat, benim için basit bir yokluk iken, onun sırtında bir devin cesedi demekti. İşte tam bu yüzden kaybolan şeyler, var olmayanlardan her zaman daha hazindi."
    Müsecca laflarına rağmen zorlanıyorum ona katılmaya. Çünkü hâlâ olmamışların sonsuzluğu var aklımda. Gidilmemiş şehirlerin, gezilmemiş sokakların, solunmamış saçların, öpülmemiş dudakların, söylenmemiş ve daha kötüsü dinlenmemiş şiirlerin sayıya gelmez, akla sığmaz büyüklüğü ve ağırlığı... 
    Mülhime'den uzaklaşırken içime dini vecibelerini ifa etmemiş bir müminin huzursuzluğu çöküyor. Yaklaşırkense zihnimde Musa'nın kibrine maruz kalan dağlar helak oluyor. 
her cümle aklımda başka bir çelişki, başka bir haykırış, başka bir beğenmeme, başka bir ikrah doğruruyor.