11 Ocak 2023 Çarşamba

Neşriyat Harici Eş'ar

7 Kânunusani
Adın adın yağıyor kar
Adım adım peşindeyim aşkın

Efendim böyle bir şey olsun şiir, bırakın

***
Bir hastalık ben olmak
Muhteşem bir iptila

***

Bir kedi gibi seviyorum seni
Saçlarını araştırırken parmaklarım
Gözlerinde mırnar bir kısılma
Belli belirsiz bir tebessüm

Amaçsız, sebepsiz bir sevme
Mecbur olduğumuzdan
Bir kediyi sevmek ıztıraridir
Nankör, isteksiz bir kediyi


***


Kimse bir kavga şarkısı olmayan sözler bağırmamalı
Kimse kavga etmek için bağırmamalı 

İçin'lere karşıyım: Her şey mecburen olmalı


***


Şiir olmasa da veciz bir ifade olarak şu da kayda değer: "Önemli bir şeyler kaçırma korkum pek yok. Sanmıyorum ki yokluğumda kayda değer bir şey yaşansın. Sessiz bir orman yangını." 


***


Dışarıda kalmışlık, aidiyetsizlik, kabul edilmemişlik...
İnsanın kalbinden türeyen hastalıkları hiçbir cerrah ameliyat edemiyor.

Kimse çarpmadı alçılı koluma, acılı yüzümden sormayın
Yalnızca kırık olduğunu hatırladım
    Öyle derinde ki yaralarım, toprak atarak üstüne kapatamıyorsun. Aynı anda o kadar yüzeydeler ki, hatırlamaya bir ayna kifayet ediyor.


***


Sızlamakta zihnimde o muazzez hatırası


***


Kararsın, kararsın kararabildiğince
Bir gözümde kibrit birinde kutup yıldızı

Büyersin, büyersin büyerebildiğince
Göz kapaklarım kadar küçüktür devler

Yere batsın yaşım, bize hep yanlış şeyleri övdüler
Bir ruha katiler de dokunur

Hezeyanlarıma dokunmayın, hep yanlışları gördüler
Her yer keşke ve zatenlerle dolu

Sormayın adımı, hürriyetime güvensizim
Verdikleri notu pek abartılı buldum

Düşersin, düşersin bakma gözlerime
Uygun adım, tek sıra olun

Kapatın dilinden anladığım şarkıları
Havayı makineleşmiş müzikler sarsın

Kesin koparın mühendis yerlerimi
Cerrahımın laboratuarında kavanozda bir beyin kalsın

Göğerdi ateşim harından
Kahretsin
KAHRETSİN


***


    Evsizliğimi düşünmeden reddettim mirasımı. Gerçi tercihim var mıydı bilmiyorum, asla sormadım, sormayacağım. Bir zaman sokaklarda yattım, bar sahipleriyle dost olup tramvayların peşinden koştum. Zengin görünümlü sarışın bir piçi soydum. Benden tek artığı nüfus kâğıdıydı; kıskandım, memleketine saydım.
    Sarışın piçi havaalanına kadar takip ettim. Uçağına almadılar beni, semada sicim gibi rotasını seyrettim. Ufukta kaybolduğu istikamete doğru azmettim. Önce otogarlar, sonra kütüphaneler boyunca peşinden seğirttim. Etrafımda mülevven ağaçlar veya satır araları ile sürüklenirken bir an durup fikrettim: Bunu, bunu ben seçmedim...
    Kaybolduğumu kabul ettiğimde gece çökmüştü. Hiçbir dostum güneşin ne yönde söndüğünü hatırlamıyordu. hatırlasa da anlatamazdı: Unutmuştuk aynı lisanı -Beceriksiz bir reveransla afili bir laf sıktım sarışın piçin dilinde; hiçbirimiz anlamadım.- Işık aynı ışıktır diyip ay'dan aradık yolumuzu, kandırdı bizi hâlesiyle; koptuk, iyice kaybolduk.

    Burada "Refîki bir sarışın gence ittika ederek / O geçti: süslü, şetaretli, nazlı, şuh melek" hatırlanmalı.

1 Ocak 2023 Pazar

Dinle John'dan Duy Neler Söyler Sana

Nisi videro 
in manibus eius fixuram clavorum
et mittam digitum meum in locum clavorum
et mittam manum meam in latus eius
non credam!
-Ioannes 20:25

    Allah'ın manyağı, mahallenin garibi, seyircilerin sevgilisi, işte o: Şüpheci Thomas! Adamlar "Tanrı'mızın oğlu ve yeryüzündeki tezahürü, Rabb'imiz, kurtarıcımız geri döndü ölümden; gördük onu!" diyorlar, bizimki kalkıp "Görmeden inanmam, hatta yaralarını da görücem -pis romanlar çivilediler malum ellerinden- , ulan hatta BARNAKLARIMI SOKUCAM YARALARINA! Ancak öyle inanırım." diyor. Tipini merak eden okurlar için favori purolarımızın menşei Toskana çıkışlı, Floransa parlayışlı, Rönesans'ın öz evladı Leonardo'nun L'Ultima Cena tablosu blogumuzun kapak resmi hâlinde sergilenmektedir efenim. Jesus'ın bize göre sağında kalıp arkadan "Hocam tamam birimiz ihanet edecek de hesap senden dimi bak, cüzdanı almadım yanıma." der gibi sıkışan kıvırcık abimiz işte. Neyse, bu yazıya Thomas'ı çekiştirmek için İncil ayetleriyle başlamamıştık; asıl konuya geçelim:

-Sonradan dikkat ettim, Leonardo gerçekten de "İŞTE BU BARNAHLA ELLEYECEM YARALARINI" der gibi çizmiş Thomas'ı asdlşkfn-

    Kutsal kitapların, hele biz Türkçe konuşan insanların daha fazla aşina olduğu Kur'an'ın, üslubu ilginç bir meseledir. Tarihi seyir açısından malumatım kısıtlı olduğu için çok ahkam kesmek istemem - gerçi benden daha hakim bir okuyucum olacağını da sanmadığım için pek de çekinmiyorum açıkçası - ama Orta Doğu'da henüz aruzun kavaidi tespit edilmediği için ne Kur'an'da ne de zaten İncillerde poetik bir ölçüye rastlanmaz. (Bu noktada "İncil" lafını genel olarak Kitab-ı Mukaddes anlamında kullandığımı hatırlatmak isterim; ayrı ayrı Eski Ahit ve Yeni Ahit falan diye ayırmakla uğraşmayacağım zira bu kitapların inananları, yani yahudi ve hristiyanlar, ve müslümanlar tarafından ne kadar farklı tasavvur edildiği kendi yazısını hak edecek kadar ilginç bir mevzudur ki şu noktada hiç bulaşmak istemem.) Yine de bu bölgede de henüz kurallı olmasa da ölçülü şiirlerin yazıldığı ve bundan daha fazlasının Latince ve Yunancada çoktan üretilmiş olduğunu hatırlarsak bu eserlerde kafiyenin bile enderliği eleştirilere sebep olmuştur. Yalnız ayırmak lazım ki Kur'an bu konuda İncillerden açık ara üstündür. Düzyazıdaki kafiye diyebileceğimiz seci'nin kullanımına ilkinde sık sık rastlanırken İncillerde çok olsa, ifadelerin tekerrüründen ibaret olan ve bizim yüksek şiirimizde kesretinin kusur sayıldığı, redif bulunabilir. Evrenin yaratılışı ve tabiatıyla ilgili olan anlatımında "Önce Söz vardı, ve Söz Tanrı ile birlikteydi, ve Söz Tanrı idi." diyecek kadar söze kıymet verdiği görünen bir anlatının bu kadar eksik bir belagate sahip olması evvelemirde hakikaten şaşılacak bir şey olsa da biz bunun nedenlerini başka bir tartışmaya bırakıp elimizde ne olduğuna bakalım. 
    Havari Thomas'ın vermiş olduğumuz cümlesini incelediğimizde hoşa giden paralel bir ifade yapısı, oral kültürde tesadüf etsek bir türkü hâlinde gayet zevkle dinleyeceğimiz bir anlatı görüyoruz. Baştaki "görmezsem" anlamındaki "nisi videro" ve sondaki "inanmam" anlamındaki "non credam" ifadelerini cümlenin ana unsurları olarak görüp bu ikisinin teşkil ettiği parantez içindeki şartları takip ettiğimizde önce İsa'nın ellerinden, sonra o ellerdeki yaralardan; ardından Thomas'ın parmaklarından ve o parmaklarla dokunmak istediği yaralardan; onu takiben yine Thomas'ın elinden ve o elle dokunmak istediği böğürden (vallahi şebeklik olsun diye seçmiyorum bu kelimeyi, latus'un sözlükteki ilk anlamı bu) bahsedildiğini görüyoruz. Fiille cümlenin başı, bir vücut uzvu ve yaralar, bir vücut uzvu ve yine yaralar, son kez bir vücut uzvu ve son bir kez daha yaralar, nihayet yine bir fiille cümlenin kapanışı. 
    İhdas edildiğinden beri iki bin yılda binlerce kez tablolarda resmedilmiş, şiirlerde anılmış, romanlarda refere edilmiş, tartışmalarda örnek verilmiş bir kıssanın anlatımının belagati hakkında yapabildiğim savunma bu kadardır. Yuhanna'nın canına değsin.