24 Aralık 2024 Salı

Paradise Lost veya Kayıp Yesar

    Yıllardır dönemiyorum şehrime. Öyle ki artık özlemem bile tuhaflaştı bir yerden sonra, zihnimde şık bir hatıra olarak kalmasına müsaade etmek durumundaydım. Halbuki onu ilk gördüğümde sokaklarını, kaldırım taşlarını, ağaçlarını, heme peysajını en afili laflarımla, en fasih sohbetlerimle, en yaşlı masalarda anlatmıştım uzun uzun. Öyle etkilenmiştim ki daha ilk adımımda!.. Doğduğum şehirde sevdiğim her şeyin bir mümtaz temsili, ve oradaki her kötü hatıramın yılmaz bir reddiyecisi gibiydi bu şehrin her detayı. Öyle jeologlar gün etsin diye arzın merkezine uzanan yarları veya göklere ağan dağları yoktu ama her tepeciğinde ayrı deliller vardı hususiyetine. Hele iki karşılıklı tepe vardı ki denize nazır... Yemin ve Yesar diyorum ben isimlerine ama hatırlamıyorum bunu daha önce kimseye faş ettim mi. Belki de kendi kendime uydurduğum güzelliklerdendir bu da. Gerçi o tepelerden görülen güzelliği zaten ben ürettim, onu biliyorum. Yalnızca birkaç sefer ciddiyetle ulaşabildim zirvelerine fakat hissedebileceğim her nevi mahmurluk, yorgunluk, atalet, kesalet tümden silinmişti her seferinde ve mutlak bir sarahatle, sérénité ile görmüştüm güzelliklerini. Söylemiştim ya daha önce de: Hayaldendi, hayaldendi manzarı!

    Ağzım açılıp uzun uzun konuşmuyorum bu konuda artık uzun zamandır. Çok olsa dudaklarım titriyor, yanımda bunu istifham edecek bir ahbabım varsa da utanıyorum, korkuyorum incilerimi dökmekten kırılıverirler diye. Koca koca, eğri büğrü inciler var eteğimde; onlar işte benim asıl diyeceklerim. Benim gizli diyeceklerim... Veya bir gülle boyutunda bir elmastır hissettiğim şeyler: Ne tıraşlanıp ziynete çevrilebiliyor ne de kıyıp parçalamaya insanın eli gider. Halbuki şehrimin yolları açık olsa bana, yıllar önce afaroz edilmemiş olsam yani yurdumdan, daha konuşmayı öğrenemeden kaçırılmış bir bebek gibi anadilimi aksanla konuşuyor olmasam şu an hiçbir şekilde bir sorun yaratmazdı bu güllevarilik benim için. An tereddüt etmez, parçalardım o koca elması ve şehrimin kaldırım taşlarını süslerdim, onun pek mümtaz, pek muteber sakinleri ayakları altına cevherler almakla memnun olsunlar diye. Ve yeniden Yemin'e vardığımda o koca elmasın son parçalarının kırıntılarını ekerdim yolun tabanlarımda, yanlarımda açtığı yaralara. Lütfü var olsun şehrimin, beni yeniden kabul ve istikbal etti ya, rahatça uyuyabilirim gözlerim Yemin'den Yesar'a.

9 Aralık 2024 Pazartesi

ayna

     Genzimde kekre bir tortuyla uyandım. Hayata dönmenin acısıyla yalvarır gibiydi bana gözlerim; yastığa geri gömüp boğayım istiyorlardı onları. Izın verdim en ilkel dürtülerimin beni yönetmesine. Erteledim hayatı elimden geldiği kadar. Yalvarışlarına uymak için duymadım telefonumu, kontrol etmedim posta kutumu. Açlığımı bastırdım, diyorum, gözlerimin yalvarışlarına uymak için.

Sonunda zihnim yeteri kadar boşaldığında, hayattan kaçmaktan yorulduğumda ve boynumdaki ağrı bir aşınalık kesb etmeye başladığında kalktım yataktan. Yalvarışlar sinmiş üstümdekilere, iyisiyle kötüsüyle. Nefret ettim kokusundan, çıkarmadım ama üstümden. Evde hâlâ ekmek yok, günlerdir başka tahıl ürünleri ikame ediyorum ekmek yerine. Öyle fırıncıya bir tavır falan değil bu, cebimde param da var. Kapıcının oğlunu markete gönderemediğimden belki, veya kuryeyle ekmek söylemeyi yakışıksız bulduğumdan. 

    Kahvaltımı ederken gözüm uzaktan aynaya takıldı. Ne genzimdeki tortuya yakışıyor bu kahvaltı ne de gözümdeki ağrıya. Üç çeşit peynir, somon olmayan bir ekmek, domates bile doğramışım üstünde zeytinyağıyla!

    Kalktım biraz yaklaştım aynaya, İnsan yaklaştıkça daha çok detay göreceğini sanıyor. Öyle olmadı: Her adımda daha da basitleşti çehrem. Sonunda aynaya vardığımda iki fırça darbesine indirgenmişti yüz hatlarım, bütünüm. Kişiliğimin tamanı klişe bir sinopsise sığıyordu gördüğüm akiste. İnançlarımı düşündüm. Özlediklerimi, hayal ettiklerimi ve hayalime sığdıramadıklarımı getirdim fikrime. O kadar alelade, o kadar her-sokakta-rastlanır, o kadar basitti ki hepsi... nabzım dahi yükselmedi. Midem bulandı basitliğimden.

3 Aralık 2024 Salı

Tarik-i Harir

     Yok, sıkkın değil canım; içimden alelade şebekliklerime başvurmak gelmiyor sadece. İnanmıyorum artık bazı şeylerin benim istediğim gibi olacağına. Zaten benim kendi takdirimde değil her şey, bu da senin istediğin istediğin kadar olsun yani. "Bu" dediğim ikimizin rabıtası işte... Yahu sorun bu zaten: Beceremiyorum belli ki öyle her şeyi anlatmayı, ki ben anlatabilme yetisiyle övünmeye yakın biriyim, biliyorsun. Fakat teşebbüs edemiyorum bazı şeylerden bahsetmeye; rahatsız hissediyorum nasıl hissettiğimden bahsedecek olduğumda rahatsız olacaksın diye. Ki normalde benim hemen bütün sohbetim bunun üzerine kuruludur: Ya ne düşündüğümden bahsederim ya nasıl hissettiğimden. Öyle alelade şeylere bakışım kendiliğinden ya şebektir, ki eğlenceli olur, ya da entelektüel ya da şairanedir, ki daha bile eğlenceli buluyorum öylesini. 

    Uyuşmazlıklarımızın önemli bir örneği bu, çözemediğim bir örneği... Ben bir şekilde hallederim diye düşünmüştüm o uyuşmazlıkları ama cık, öyle olmadı. İşte bu eğlenceli bulmak durumundan bahsediyorum yahu. Bazen konuşmamın hızlandıp ses tonumun değiştiğine bakma, yüzüm de biraz komiklik olsun diye biraz da beklemediğim bir yerden bir fikri düşünüyorum diye ekşiyor, aldırma. Çok eğleniyorum aslında ben bu sohbette; hislerimden ve fikirlerimden aynı anda bahsediyorum sonuçta, hem de çok sevdiğim bir insana! Hah, ama işte sorun burada: Ben senin yalnızca rahatsızlık duyduğunu zannediyorum bu lafları dinlerken. Hiç sanmıyorum ki benim duyduğum entelektüel keyfi paylaşıyor olasın. -Öyle ben çok entel bir herif olduğumdan ve sen bu zevklerden bibehre olduğundan falan değil ha; tercih etmediğinden, benim laflarımı beğenmediğinden, lafımı "hem de çok sevdiğim bir insana" diye bitirmenden rahatsız olmandan.-

    Asıl mesele bu zaten: Rahat rahat sevememekten malulüm ben. Çocukluktan çıktım çıkalı böyle bir illet var başımda. İki üç şeyi adam akıllı umursuyorum hayatımda, biri de sevdiğim insanlar ve onlar da toplam üç dört kişi olsunlar hadi belli bir anda. Biliyorsun, ciddi ve gerçek bir fark görüyorum ben tanıdığım insanlar arasında: Düzgün bir isim vermeyi başaramadım henüz, çünkü lise yıllarında bu anlam ayrımı için kullandığım kelimeler çok kirlendiler. Şimdilik arkadaşlarım ve "sevdiğim" insanlar diyelim, "sevdiğim"in tırnaklarını da güzelce törpüleyelim. Çünkü tabii ki sadece arkadaşım dediğim insanları sevmediğimi falan kastetmiyorum. Böyle insanlara çok net birkaç örnek vermiştim daha önce, onlardan birini düşün şimdi. Biliyorsun ki ben gayetle seviyorum onları, bayağı umursarım yani hallerini ve haklarında sadece hayırlısını isterim. Elimden geleni de yaparım ha, bırakırım yeri geldi mi işi gücü yardım ederim onlara; o kadar kalenderliğimiz vardır hani. Ama bunu da çok iyi biliyorsun ki arada net ve açık bir ayrım görüyorum senin gibilerle. Başka, daha ciddi, daha önemli, daha yüksek bir sevmeyle seviyorum senin gibi sevdiğim insanları ve bu fark benim karakterimde bir nirengi noktasıdır. 

    Ne demek peki "daha ciddi, daha önemli" falan bir sevme? Bilmem. Ne olmadığını biliyorum ama. Öyle çekineceğin bir mesele değil kesinlikle. Hatta nasıl bozuluyorum, nasıl sıkılıyor canım bir bilsen çekindiğinde!.. Bu zamana kadar bu sevmenin özelliklerini anlatamamış olmaktan, sana çekinilesi bir şeymiş gibi gelmesine müsaade etmiş olmaktan, senin keçi gibi hâlâ anlamamandan falan o kadar bulanıyor ki midem! Vallahi oracığa çıkarıp hasta ayağına yatmak, "Aman çok kötüyüm ben, bana ilişmeyin." deyip oradan kaçmak istiyorum. Sana olan sevgim de itibarım da ciddi zedeleniyor bu arada her seferinde. Benim en yüksek duygulardan addettiğim bir şeyden içtinap etmeye itibar etmiyorum, affedin. 

    Daha gündelik meselelere gelemedik. Öğlen yemeğine çağırılmadığımda da bozuluyor moralim. İstemiyorum artık beraber yemek yeyip ilgimi çekmeyen insanların ilgimi çekmeyen anılarını falan dinlemek. Bana ne yahu bunlardan? Davet dahi edilmemişim, tesadüf eseri buradayım! Bak işte vitesi boşa alınca genel olarak sevmiyorum ben etrafımdaki şeyleri. Biraz kendimden katmam gerekiyor ilginç bulmak için, ki kabul etmiyorum açıkçası bunun narsist bir tavır olduğunu: Herkes aynı hissi paylaşıyor sanıyorum. Şu yani anlatmaya çalıştığım: Tanımadığın birinin seni hiç ilgilendirmeyen, kötü anlatılmış bir hikayesini ne kadar dinlemek istersin ki? Senin aktif bir şekilde dahil edilmediğin bir sohbette hele ana konuya da hakim değilsen ne kadar keyif alabilirsin ki? Şaka sanıyor bazen etrafımdaki insanlar bazı şeyleri ne kadar az umursadığımı ve bazı şeyleri de gerçekten ne kadar az bildiğimi/hatırladığımı. Ama kastediyorum ben söylediğim çoğu şeyi ve çok derinden bir yerden kastediyorum. Gerçekten bilmiyorum yani neyden bahsettiğinizi; gerçekten umursamıyorum yani o araya fırlatılan non sequitur'ları. Hayır efendim, tam aksine, dehşet sinir bozucu buluyorum! Umurumda değil diğerinin lafımın arasına soktuğu ilgisiz cümlesi ve kimsenin de değil zaten! Neden aklından geçen her saçmalığı söylemeye ruhsatı var ama onun? Ben neden rahat rahat nasıl hissettiğimden bahsedemiyorum? Ben süslüyorum bile kelimelerimi, bazen kafiye dahi buluyorum. Sonra lafı çevirip bir şıklık yapıyorum içinde, olmayacak bir yere bir gönderme yapıp dağıtıyorum belki dikkatini sonra hızla geri toparlıyorum lafı, becerebildiğimde. Beceremediğim zamanlar yüzünden mi alındı benim elimden konuşma ruhsatım? Olmayacak bir yerden lafa girdiklerim çok oldu da bir an yüreğiniz hopladı diye mi artık anlatamıyorum ne düşündüğümü. Yersiz şakalarım iki tane fazlaydı da ceza puanım sınırı mı aştı benim artık? Neden nasıl hissettiğimden açık açık bahsedemiyorum ben, neden bana en doğal gelen şekilde konuşmama müsaade edilmiyor ve çekingen gözlerle dinleniyorum böyle laflara teşebbüs ettiğimde? 

    Arkadaşlarımdan ve sevdiğim insanlardan bahsettim. İlkinden herhangi bir şey beklediğim yok zaten pek. Biraz insanlık, biraz medeniyet; düzgün insan olmak işte hasılı. O kadar. Sevdiğim insanlardan da beklediğim çok tabii geliyor bana, zaten bu anlama geliyor sanıyorum "sevdiğim biri" lafı: Rahat rahat sevebilmek, bunu gösterebilmek ve sevilmek ve bunu görmek istiyorum. Böyle lafları romantik (yani romantik deyince senin ilk anladığın anlamda romantik) bir bağlamda düşünmek zorunda mı insanlar? Gerçekten bu kadar dar mı sevgiden anladıkları. Sadece kardeşine mi sarılmaya izni var insanların. Laf söz olur, el dahi sıkışmayın! Dokunmasın insanlar birbirine, belki bir yanlışlık vardır bunda. Güzel sözleri sadece sevgilinize söyleyebilirsiniz, o zamana kadar saklı bir deftere falan not alın. Yanlış bir şey olabilir, öyle birbirinize çok gülümsemeyin. Kalkın işinizi yapın. Toplantılarda motivasyon yüksek kalsın diye bir iki şaka patlatın. İyi çalışacak kadar arkadaş olun. Üstlerinizden çok birbirinizden utanacak kadar saygı duyun birbirinize, sakın bunun ötesine geçmeyin! Yanlış bir şey olabilir. İlla yanlış bir şey vardır çünkü. Görmesek bile biliriz, bilmesek de hissederiz.