19 Ocak 2018 Cuma

Bir Küçük Fabl

Batur'un Öcü

     Batur bütün gün yaprak yediği, hayatını yaşadığı, sıradan günlerden sanıyordu o pazar gününü. En iyi arkadaşı olan Mergen daha evvelsi gün kuluçkaya yatmıştı. Kuluçkadan çıktığında ne kadar güzel görüneceğini, ne denli şaşalı kanatları olacağını öyle ballandıra ballandıra anlatmıştı ki Batur o günü sabırsızlıkla bekliyordu. Lâkin işler hiç de umduğu üzre gerçekleşmedi. Bir anda acun sallanmağa başladı sanki. Batur ve Mergen'in kozasının üzerinde bulunduğu da dahil görebildiği değme nebat, bir sırayı izlermişçesine, kendini sağa sola atıyor, adeta dans ediyordu. Ancak eğlence için raks etmekten çok dayak yermişçesine yere çalınıp kalkmağa benziyordu  yaptıkları. Batur başlarına ne geldiğini anlamağa çalışırken sol yanından bir ezilme sesi duydu. Mergen'in kuluçkasının bağlı olduğu dal kopmuştu! Batur'un duyduğu onun yere çarpma sesiydi.

    Bir tırtıl ne kadar hızlı koşabilirse o kadar hızlı koştu Mergen'in yanına. Mergen henüz ölmemişti ancak yaşar bir görünüşü de yoktu. Zaten kuluçkada olduğu için kötü durumda olan bedeni çarpmanın etkisiyle parçalanıp daha da vahim bir hâle gelmişti. Batur, Mergen'in ahvalini anlamlandırmağa çalışan, dehşet içindeki bakışlarına daha fazla dayanamayıp oradan uzaklaşmağa çalışacaktı ki gözleri göğü kaplayarak üzerine gelen bir karartı gördü. Batur öldüğüne emindi ve yalnızca Mergen ile ölmenin onun için sorun olmayacağını düşünebiliyordu. O an haykırdı gözlerini kapatarak:
    -Öyleyse şöyle derim/ Dostluğun bengi kalması lazım gelir/ Ecel kapıyı çalınca dağ olsa erir/Ödün gelince ödün patlasa boş gelir.
    Ancak o an bir tansık olmuşçasına üzerine yaklaşan karartının biraz yanına düştüğünü gördü. İşte o an anladı başına bu felaketi getiren melanetin ne olduğunu çünkü o yeri inleten şey bir ayakkabı idi. İnsan! Değme şey o an oturdu Batur'un öğünde. Gırtlağı yettiğince çığırdı, ilendi kişi oğluna. İnsanı kargıdı ki elinden gelen yegane şey bu idi.

    Oradan kurtuldu Batur. İnsanın o dev ayakları, saldırgan elleri onu bulmamıştı. Ona bir dağa tırmanmak gibi gelen bir yolla bir kayanın tepesine çıktı. İnsanları müşahede etti. O  arkadaşını öldüren, evini yıkan insanları. Tam öfke ve kederden gözyaşlarına boğulacaktı ki duygularını altüst eden bir sahne ile karşılaştı. Kişilerin birisi diğerinin arkasına kaçmış, öte yana doğru onu çekiştirerek bağırıyordu "Arı var! Arı var gidelim." diye. Batur müşahedeye devam etti ma kişilerin arıya alerjileri olduğu ayyuka çıkınca beyninde bir şimşek çaktı. Artık üzgün değildi. Tüm hüznü ve ökesi öç arzusuna dönüşmüş idi.

    "Bu, kişioğlundan öcümüzü almamız için bir şans. Tüm ölmüşlerinin tinini rahatlatacak bir hamle yapacağız." Batur işte bu sözlerle Ece'yi, civardaki en büyük arı kovanının kraliçesi ve Batur'un bilişi, yanına çekmeğe çalışıyordu insanlara karşı. Batur tam kafasında kurduğu o uzun konuşması ile Ece'yi ikna etmeğe çalışacaktı ki Ece hiç duraksamadan öneriyi kabul etti.
    "Bilirsin Batur," diye kendini açıklamağa başladı. "İnsanoğlu bana da nice zulümler etti. Eski kovanımı yere çaldılar. Evsiz bıraktılar beni ben daha yeni doğmuş bir işçiyken. Ne uğurlu imişim ki o sırada kovanda değildim. Kanatlarımı nasıl kullanacağımı bile henüz bilmediğimden dışarıda uçmağı öğreniyordum özge arılara öykünerek. Harap hâlde gezinirken bir başıma, bu kovana denk geldim ve sağ olsunlar buyur ettiler beni. Lâkin hayatımın o demi kargaşa doluydu. Bütün o entrikalar, hainlikler, planlardan sonra kraliçeye gitmesi gereken arı sütlerini içen ben ona hasım olacak kadar evrilmiştim. Savaştım onunla ve kazandım. Görüyorsun artık eskisinden daha faik bir konumdayım ancak kesinkes diyebilirim ki müsterih değilim. İhanetle alınan güç uzun süre barınmaz yeni sahibinde. Bunu korkusuyla yaşamaktan nefret ediyorum ve bu tamamıyla insanoğlunun suçu. Söyle bana bu kin ve öfkeyle nite almam intikamımı? Bana biraz müsaade et ordumu toplayayım."

    İşte küçük ahali böylece ayaklanmıştı kişioğluna karşı. Ece ordusu toplamış Batur'un gösterdiği yolu izliyordu ordusuyla. Onun için can vermeye dünden razı yüzlerce eriyle öç almağa gidiyordu. Sonunda buldular insanların evini. Batur'un arkadaşını öldüren adamalar bahçede oturmuş eşleriyle yemek yiyor, gülüp hasbihâl ediyorlardı. Batur, Ece'ye doğru geldiklerini söylemek için arkasını dönmüşken Ece'nin onu hiç beklemeden erlerine saldırı emrini verdiğini gördü zira o da tanımıştı bahçedeki adamları. Erler insanların çığlıkları arasında bahçede akın ederken Ece Batur'un yanına inip olanları izlemeğe başladı bir kayanın üzerinden. Saldırının sonuçları dehşetti. Bir anlık hercümercin ardından insanların bağırışları boğuklaşarak dinmişti ve bedenleri bir bir yere yığılmıştı. Erler ise utkularını kutlayamadan ölmüşlerdi zira arıların iğneleri iç organlarına bağlıdır bu yüzden birini soktuklarında iğne iç organlarını parçalayarak onları öldürür. Olanları anlamağa çalışan Batur düştüğü dehşetten konuşamaz olmuştu ancak Ece'nin gözleri utkuyla parlıyordu. "Gidelim Batur," dedi yavaşça. "Öcümüzü aldık"

Alegorik Bir Öykü Denemesi

Bilge'nin Tegayyürü
    Bilge, bir çocuktu insan olmayanların dünyasında on beş yani insanın insan olduğu yaşta. Yüzünü yıkadıktan sonra aynadaki yansımasını gördü. Kulaklarına baktı. Upuzun içi pembe dışı gri rengiyle eşek gibi kulakları vardı. Hatta gibisi fazla bildiğin eşek kulaklarıydı onlar! Sınavlardan kötü not alınca hep böyle olurdu. Okuldaki o baykuş onlara hep bağırırdı.

    Sokağa çıktı. Okul yolunu tuttu yine ve yolun karşısındaki inşaatta çalışan eşekleri gördü göz ucuyla. Hemen kafasındaki eşek kulaklarını gizledi utançla. Onu gören yaşlı bir pars yanından geçerken "Merak etme yavrum eğer sen okur çalışırsan başımızdaki tazı sayesinde şu eşeklerin haline düşmezsin." dedi ve bir cevap beklemeden gitti. "Ne tazısı be!" diye düşündü Bilge. O adam kesinlikle bir domuzdu. Aklına okulda arkadaşlarıyla siyaset konuşurken teninin pembeleşmesi ve kuyruğunun çıktığını hissetmesi geldi. O an konuşmayı kesmişti dönüştüğü şeyden korktuğu için.

    "Haberleri izledin mi? Şu üniversitede yine kavga çıkmış. Bozkurtlarla develer birbirine girmiş." dedi Bilge'nin arkadaşı Mehmed. O bir sivrisinekti ve sağda solda ne işitmişse anlatırdı arkadaşlarına. "Rektör ne demiş bu konuda? Gerçi o karga yalnız parasına bakar. Umursamamıştır bile yaralanan öğrencileri." dedi Bilge. Mehmed başıyla onaylamakla yetindi.

    Bu bozkurtları da yalnız kendileri sever. Alem düşman olmuştur onlara ve bundandır özellikle ,garip bir aksanla konuşan, tilkilerin onları besleyip durması. Tilkiler artık acuna hükmediyorlar. Kral aslan yaşlandı ve öldü. Onun koruyuculuk yaptığı bozkurtlar da tilkilerin nazarında aynı akıbete layık. 

    Bilge eve dönerken yolda iki tane sırtlan gördü. Yüzlerindeki rahatsız edici gülümsemeyle yolun karşısında yürüyen bir atı izliyorlardı. Bir anda atıldılar o yöne doğru sırf kımız almak için. Bu keşlerin hayattaki tek şeyi içtikleri alkoldür. İçkiye paraları kalmadığı vakit sarhoş eden diğer maddelere sarılırlar. Tehlikeyi fark eden dişi at kurtulmak için koşmaya başladı ama sırtlanlar önce başlamıştı koşmaya ve zavallının iki yanını sararak ona kaçış şansı bırakmadılar. Bilge durumun ciddiyetini anlar anlamaz atın yardımına koştu ve tam o sırtlanlarla boğuşurken ara sokaklardan birinden iki bozkurt çıkageldi. Bozkurtların gölgesinden bile dehşete düşen sırtlanlar korku içinde kaçıştılar.

    "Sen kimsin çocuk? Dost musun düşman mı?" diye sordu bozkurtların daha iri olanı. Bilgenin daha sonra öğreneceği üzere adı Fırat'tı. Bilge olayı anlatmak için ağzını açmıştı ki dişi at "Ah çok sağol küçüğüm. Belki sen zaman kazandırmasaydın bu yiğitler gelip beni kurtaramayacaktı." diye teşekkür etti. Bunu duyan Fırat, Bilge'yi kendi örgütlerine almak istediğini söyledi. Öteden beri bozkurtlara büyük saygı ve ilgi duyan Bilge bu teklifi reddetmedi ve takip eden 2 ay onlarla yürüyüşlere gitti, sohbetler etti ve daha niceleri. Fakat her geçen gün onlara benzediğini fark etmiyordu.


    Bilge uyandı. Yüzünü yıkamak için yataktan çıktı ama direkt yere yapıştı. Ne olduğuna bakmak için yere baktığında dört ayak üstünde olduğunu gördü. Hemen boy aynasına döndü ve koyu gri kıllarıyla, üstünde durduğu dört ayağıyla, uzun dişleriyle tam bir bozkurta dönüşmüş olduğunu gördü. Dünyası yıkldı bir an. Koşarak Fırat'ın yanına gitti. Fırat onu görür görmez "Vay kardeşim sen de artık bizden birisin!" diye selamladı onu. Bilge "Hayır!" diye bağırdı. "Hayır ben sizden falan olmak istemiyorum. Ne bozkurt ne eşek ne domuz ne de başka bir şey. Ben sadece insan olmak istiyorum. Sadece insan…"