Batur'un Öcü
Batur bütün gün yaprak yediği, hayatını
yaşadığı, sıradan günlerden sanıyordu o pazar gününü. En iyi arkadaşı olan
Mergen daha evvelsi gün kuluçkaya yatmıştı. Kuluçkadan çıktığında ne kadar
güzel görüneceğini, ne denli şaşalı kanatları olacağını öyle ballandıra
ballandıra anlatmıştı ki Batur o günü sabırsızlıkla bekliyordu. Lâkin işler hiç
de umduğu üzre gerçekleşmedi. Bir anda acun sallanmağa başladı sanki. Batur ve
Mergen'in kozasının üzerinde bulunduğu da dahil görebildiği değme nebat, bir
sırayı izlermişçesine, kendini sağa sola atıyor, adeta dans ediyordu. Ancak
eğlence için raks etmekten çok dayak yermişçesine yere çalınıp kalkmağa
benziyordu yaptıkları. Batur başlarına
ne geldiğini anlamağa çalışırken sol yanından bir ezilme sesi duydu. Mergen'in
kuluçkasının bağlı olduğu dal kopmuştu! Batur'un duyduğu onun yere çarpma
sesiydi.
Bir tırtıl ne kadar hızlı koşabilirse o
kadar hızlı koştu Mergen'in yanına. Mergen henüz ölmemişti ancak yaşar bir
görünüşü de yoktu. Zaten kuluçkada olduğu için kötü durumda olan bedeni
çarpmanın etkisiyle parçalanıp daha da vahim bir hâle gelmişti. Batur,
Mergen'in ahvalini anlamlandırmağa çalışan, dehşet içindeki bakışlarına daha
fazla dayanamayıp oradan uzaklaşmağa çalışacaktı ki gözleri göğü kaplayarak
üzerine gelen bir karartı gördü. Batur öldüğüne emindi ve yalnızca Mergen ile
ölmenin onun için sorun olmayacağını düşünebiliyordu. O an haykırdı gözlerini
kapatarak:
-Öyleyse şöyle derim/ Dostluğun bengi
kalması lazım gelir/ Ecel kapıyı çalınca dağ olsa erir/Ödün gelince ödün
patlasa boş gelir.
Ancak o an bir tansık olmuşçasına üzerine
yaklaşan karartının biraz yanına düştüğünü gördü. İşte o an anladı başına bu
felaketi getiren melanetin ne olduğunu çünkü o yeri inleten şey bir ayakkabı
idi. İnsan! Değme şey o an oturdu Batur'un öğünde. Gırtlağı yettiğince çığırdı,
ilendi kişi oğluna. İnsanı kargıdı ki elinden gelen yegane şey bu idi.
Oradan kurtuldu Batur. İnsanın o dev
ayakları, saldırgan elleri onu bulmamıştı. Ona bir dağa tırmanmak gibi gelen
bir yolla bir kayanın tepesine çıktı. İnsanları müşahede etti. O arkadaşını öldüren, evini yıkan insanları.
Tam öfke ve kederden gözyaşlarına boğulacaktı ki duygularını altüst eden bir
sahne ile karşılaştı. Kişilerin birisi diğerinin arkasına kaçmış, öte yana
doğru onu çekiştirerek bağırıyordu "Arı var! Arı var gidelim." diye.
Batur müşahedeye devam etti ma kişilerin arıya alerjileri olduğu ayyuka çıkınca
beyninde bir şimşek çaktı. Artık üzgün değildi. Tüm hüznü ve ökesi öç arzusuna
dönüşmüş idi.
"Bu, kişioğlundan öcümüzü almamız için
bir şans. Tüm ölmüşlerinin tinini rahatlatacak bir hamle yapacağız." Batur
işte bu sözlerle Ece'yi, civardaki en büyük arı kovanının kraliçesi ve Batur'un
bilişi, yanına çekmeğe çalışıyordu insanlara karşı. Batur tam kafasında kurduğu
o uzun konuşması ile Ece'yi ikna etmeğe çalışacaktı ki Ece hiç duraksamadan
öneriyi kabul etti.
"Bilirsin Batur," diye kendini
açıklamağa başladı. "İnsanoğlu bana da nice zulümler etti. Eski kovanımı
yere çaldılar. Evsiz bıraktılar beni ben daha yeni doğmuş bir işçiyken. Ne
uğurlu imişim ki o sırada kovanda değildim. Kanatlarımı nasıl kullanacağımı
bile henüz bilmediğimden dışarıda uçmağı öğreniyordum özge arılara öykünerek.
Harap hâlde gezinirken bir başıma, bu kovana denk geldim ve sağ olsunlar buyur
ettiler beni. Lâkin hayatımın o demi kargaşa doluydu. Bütün o entrikalar,
hainlikler, planlardan sonra kraliçeye gitmesi gereken arı sütlerini içen ben
ona hasım olacak kadar evrilmiştim. Savaştım onunla ve kazandım. Görüyorsun
artık eskisinden daha faik bir konumdayım ancak kesinkes diyebilirim ki
müsterih değilim. İhanetle alınan güç uzun süre barınmaz yeni sahibinde. Bunu
korkusuyla yaşamaktan nefret ediyorum ve bu tamamıyla insanoğlunun suçu. Söyle
bana bu kin ve öfkeyle nite almam intikamımı? Bana biraz müsaade et ordumu
toplayayım."
İşte küçük ahali böylece ayaklanmıştı
kişioğluna karşı. Ece ordusu toplamış Batur'un gösterdiği yolu izliyordu
ordusuyla. Onun için can vermeye dünden razı yüzlerce eriyle öç almağa
gidiyordu. Sonunda buldular insanların evini. Batur'un arkadaşını öldüren
adamalar bahçede oturmuş eşleriyle yemek yiyor, gülüp hasbihâl ediyorlardı.
Batur, Ece'ye doğru geldiklerini söylemek için arkasını dönmüşken Ece'nin onu
hiç beklemeden erlerine saldırı emrini verdiğini gördü zira o da tanımıştı
bahçedeki adamları. Erler insanların çığlıkları arasında bahçede akın ederken
Ece Batur'un yanına inip olanları izlemeğe başladı bir kayanın üzerinden.
Saldırının sonuçları dehşetti. Bir anlık hercümercin ardından insanların
bağırışları boğuklaşarak dinmişti ve bedenleri bir bir yere yığılmıştı. Erler
ise utkularını kutlayamadan ölmüşlerdi zira arıların iğneleri iç organlarına
bağlıdır bu yüzden birini soktuklarında iğne iç organlarını parçalayarak onları
öldürür. Olanları anlamağa çalışan Batur düştüğü dehşetten konuşamaz olmuştu
ancak Ece'nin gözleri utkuyla parlıyordu. "Gidelim Batur," dedi
yavaşça. "Öcümüzü aldık"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder