30 Ağustos 2018 Perşembe

Sitare



-"Sana neden Sitare diyorum biliyor musun?" diye sordu Yalım usulca ve Kardan'ın sorar bakmasını bile beklemeden devam etti. "Gökyüzündeki güneşi düşün önce, sonra onu kaybettiğini. Ama korkma sakın, yalnızca gece olmuş. Öyle kararmış ki sema ve öyle terk etmiş ki seni mâh, sırtını yere verdiğinde gözlerinin açık olduğundan emin olamıyorsun. Öylece uzanmışsın, odaklanacağı hiçbir şey yok felekte ve gözlerin avare geziyor çaresiz. Bir de bu kadar metruk olmadığını düşün. Göğün rengini kaybettiği o kara zamanlarda en azından bakabileceğin bir nokta olan bir yıldızın olduğunu farz et. Öyle seviyor ki seni, Güneşten bile ziyade sana olan sevisi. Zira Güneş seni korur gibi görünürken dahi seni kolaçan eden o küçük yıldız, günün gücü söndüğünde de orada bekliyor olur. Gecende, her şey karardığında, hani o gördüğünden şüphe ettiğin vakitte, gözüne ışık olur o yıldız. Belki yeryüzünü tümden aydınlatamaz hatta önünü görmene dahi yardım edemez ama hâlâ görebildiğini ve görecek güzel şeyler olduğunu gösterir sana. Ammavelakin; sen düştüğün zulmeti aydınlatmayı düşünmez, yalnız gözüne düşen yegane o yıldız ışığının peşine düşüp gözünü bir ân dahi ayırmadan onu seyretmeye başlarsan gözlerin yorulur zamanla. Öyle ki görüşün bulanıklaşır belki ve o kara gökteki tek dostunu da kaybedersin.

8 Ağustos 2018 Çarşamba

Halk ve Helak


Er olsun olda efkâr bulunsun
Sûret u dimağ haktan kurulsun

İsmal hele şimdi Vurgun denil
Cümle deryâ sana toprak değil

Kopsa ayağın elden düşürme
Âb şarab bilme dost meclisinde

Yanda sen yanda Sultan-ı Yegah
Ağla şiirle anlat tâ sabah

Bimana hayat biçare dünya
Ne tutar bizi ezmalihülya

Koca cihanda bir küçük kürdan
Eşini arar durur durmadan

Buldun mükafat bir kısa ömür
İnsan hiçten gelir hiçe ölür

Şaraptaki hak göründü bana
Mest oldum ondan sanarsın dünya

Erkin acun ile esrik mecnun
Aynı bağsızlık herkes nâmemnun

Bir serdar gerek hükümdar-ı âlem
Der cühela müdam varız madem

Var var olsun da yokken n'olacak
Yoktan var olan vardan yok ol'cak

Yoku varlayan da yoktan gerek
Nedeni nedene neden gerek

Neden neden neden diye ağla
Ben ve ben ve ben duyulur arşta


6 Ağustos 2018 Pazartesi

Esrik Sak

    Okumak üzre olduğunuz kısa öykü ekonominin, devlet yönetiminin ve siyasetin benim hayalimdeki gibi çalıştığı bir ütopyada geçmektedir. Yani işler benim istediğim gibi olsaydı muhtemelen böyle şeylerin yaşandığı olurdu.



    Sigarasının son nefesini üflerken boş boş duvara bakıyordu Sak. Saatlerdir aynı pozisyonda oturuyordu. Başta ona sesiyle eşlik etsin diye televizyonu açmış ama içtiği haddi hesabı olmayan ot sonucunda o yalnızlığını örtmesini umduğu gürültüye katlanamaz hâle gelmişti. Sesi kısılmış ama hâlâ görüntüyü oynatan ekrana takıldı bir ân gözleri. İş imkânları dağılımının nasıl değiştiğini ve insanların yapması için hangi mesleklerin ülke için daha uygun olacağını anlatan bir habere denk geldiğini okuduğu altyazıdan anladı. İdrak yetisi azalmış beynine bunu kendi açısından da düşünmesi için biraz zaman verdi. Aylardır, belki yıllardır, işsizdi, fırsat olmadığından değil tabiî istemediğinden. Yine de en kaliteli otlardan içip harika bir evde oturduğunu düşündü bakışlarını penceresinin hemen ardına serilmiş deniz manzarasına kaydırırken. İstediğini alabiliyordu, hiçbir şey vermek zorunda değildi. Cebinde beş kuruşu yoktu ama zaten kimsenin parası yoktu. "Para" yoktu. İnsanlar diğer insanlardan aldığı şeylerin karşılığı olarak çalışıyordu. Ne kadar insan başkası için çalışırsa kendileri için de aynısı olacağı için kendi hayatları refahlaşacaktı. Sak'ınsa hayvanî dürtünlerini tetikleyen şey bu son kısımdı: Ya başkaları onun için çalışırsa ve o basitçe hiçbir şey yapmamayı tercih ederse. Kimse onu çalışmaya ya da başka herhangi bir şeye zorlayamazdı, zatî onu zorlayacak ondan güçlü tek güç emniyet güçleriydi ki onlar yalnızca başkalarına yaptığı bir şey için onu cezalandırabilir yahut tutuklayabilirlerdi. Eğer yalnızca yapmamayı seçerse, kimse ona dokunamazdı.

    Bunu ilk düşündüğünde kendini dünyanın, ya da ülkenin arada pek bir fark yok, en akıllı adamı gibi hissetmişti. Dışardan baktığında bütün gün yiyip içebileciği mükemmel rahatlıkta bir hayat olarak görmüştü, işsiz bir tanesini. Haftalar boyunca arkadaşlarıyla gezmiş, tozmuş, içip eğlenmişti. Fakat bir süre sonra bu alçak hazlar onu doyurmamaya başlayınca, vaktiyle okuduğu kitaplardan ve şahit olduğu olaylardan bu hazların daha yoğunları peşinde koşmanın kendini ne denli korkunç bir buhrana atacağını da bildiğinden, daha fikrî ve daha yüksek hazlar aramaya başladı. O vakitlerde koşuk okumayı çok severdi ve baskı yapmakta olan yayınevlerinden rica ettiği her türlü betiği alabiliyordu. Okudukça kendi zihninde de kafiyeler uçuşmaya başlamıştı ve bunları insanlarla paylaşmaya başladığında hızla sevilip kendi bölgesindeki en ünlü erenlerden biri oldu.

    Bunları düşünürken hüzünlendiğini fark etti. Ne zamandır şiir söylememişti. Neden sonra kafiye düşürmenin onun yaptığı iş olarak görüldüğünü fark etmişti. Yeni tanıştığı insanalara hâlini anlatınca ona sanatkâr gözüyle bakıyorlardı. Bu ün onu birden soğutmuştu. "Benim bir işim yok, o diğerleri için çalışan enayiler gibi değilim!" diye düşünüyordu. Bir çaba sarf ettiği yoktu ama üstüne vurulan bir "çalışan" damgası onu tiksindirmiş ve eve kapatmıştı. Uzun süre düşük hazların aşağılıklarından ve sahip olduğu en büyük yüksek hazzın da elinden alınmasına ilenmekten başka bir şey yapmayarak yaşadı. Okumayı bırakmamıştı tabî ama tüketici olmanın artık ona yeterli gelmediğini hissediyordu. Beynindeki ozan ona uyaklar çığırıyor ve bunları sözlemesi için yalvarıyordu. Daha doğrusu uzun süre öyle yapmıştı, Sak içtiği otlarla onun nefesini kesene kadar.

    Yakın zamanda onu terk eden sevgilisi geldi aklına. Ona yalnızca Konçuy derdi, öyle ki nerdeyse asıl ismini unutmuştu. Her gün saatlerce atölyesinde heykeltıraşlık yapardı. Aldığı mühendislik derslerinden bir tanesinde yaptığı eskizin görkünü fark eden bir müderrisi onu daha fazla çizmesi için teşvik edince bu dalda ne kadar yetenekli olduğunu fark edip konuya hakim insanlarla daha çok hemhal olmaya başlamıştı. Sak'la da tanışmasını sağlayan bir arkadaşı sayesinde yontu yapmağa başlayıp bu işe ne kadar düşkün olduğunu ayırt edince mühendislik okulunu bırakıp kendini bu sanata adamıştı. Zamanla Sak ile birlikte yaşamaya başlamıştı ancak ilk öylerden beri onu rahatsız eden Sak'ın bu işsizliksever hâli, Sak sırf "meslek sahibi" damgası yememek için şiiri bile bırakınca onu iyice çıldırtmış ve aşık olduğu adamı bırakmaya zorlamıştı. "Neden bu kadar direttiğini anlamıyorum, Sak." demişti ona, "Yaratmanın verdiği hazza sen de benim kadar hayransın ama sırf yaratını diğer insanlara bahşetmek zorunda olmadığın için bu hazzı geri tepiyorsun. Hiç mi minnet duymuyorsun ki zevkli bir mihneti çekemiyorsun?"


    Etrafına baktı. İçine çektiği, soluduğu her nefesle ciğerlerini doldurduğu havanın ne kadar berbat koktuğunu bir kez daha fark etti. Belki haftalardır yerleri oynamamış kıyafet yığınlarına baktı. Elinde külleşmekte olan sigarasını çöp kutusuna fırlatıp ayağa kalktı. Evde ne kadar pencere varsa açtı o dehşet kokuyu dağıtmak için ve zevk için yığınlardan birine tekme attıktan sonra kapıyı araladı. Cebinde anahtar taşımak istemediğinden kapı kıynışık kalsın diye önüne bir ağırlık koydu ve vaktiyle yazıhane olarak kullandığı arkadaşı Belge'nin atölyesine doğru yola çıktı. Kapıyı açık bıraktığı da arkasını döndükten sonra bir daha aklına bile gelmedi. Hırsız mı girecekti sanki? Kim bir şeyi neden çalmaya çalışsın ki?