6 Ağustos 2018 Pazartesi

Esrik Sak

    Okumak üzre olduğunuz kısa öykü ekonominin, devlet yönetiminin ve siyasetin benim hayalimdeki gibi çalıştığı bir ütopyada geçmektedir. Yani işler benim istediğim gibi olsaydı muhtemelen böyle şeylerin yaşandığı olurdu.



    Sigarasının son nefesini üflerken boş boş duvara bakıyordu Sak. Saatlerdir aynı pozisyonda oturuyordu. Başta ona sesiyle eşlik etsin diye televizyonu açmış ama içtiği haddi hesabı olmayan ot sonucunda o yalnızlığını örtmesini umduğu gürültüye katlanamaz hâle gelmişti. Sesi kısılmış ama hâlâ görüntüyü oynatan ekrana takıldı bir ân gözleri. İş imkânları dağılımının nasıl değiştiğini ve insanların yapması için hangi mesleklerin ülke için daha uygun olacağını anlatan bir habere denk geldiğini okuduğu altyazıdan anladı. İdrak yetisi azalmış beynine bunu kendi açısından da düşünmesi için biraz zaman verdi. Aylardır, belki yıllardır, işsizdi, fırsat olmadığından değil tabiî istemediğinden. Yine de en kaliteli otlardan içip harika bir evde oturduğunu düşündü bakışlarını penceresinin hemen ardına serilmiş deniz manzarasına kaydırırken. İstediğini alabiliyordu, hiçbir şey vermek zorunda değildi. Cebinde beş kuruşu yoktu ama zaten kimsenin parası yoktu. "Para" yoktu. İnsanlar diğer insanlardan aldığı şeylerin karşılığı olarak çalışıyordu. Ne kadar insan başkası için çalışırsa kendileri için de aynısı olacağı için kendi hayatları refahlaşacaktı. Sak'ınsa hayvanî dürtünlerini tetikleyen şey bu son kısımdı: Ya başkaları onun için çalışırsa ve o basitçe hiçbir şey yapmamayı tercih ederse. Kimse onu çalışmaya ya da başka herhangi bir şeye zorlayamazdı, zatî onu zorlayacak ondan güçlü tek güç emniyet güçleriydi ki onlar yalnızca başkalarına yaptığı bir şey için onu cezalandırabilir yahut tutuklayabilirlerdi. Eğer yalnızca yapmamayı seçerse, kimse ona dokunamazdı.

    Bunu ilk düşündüğünde kendini dünyanın, ya da ülkenin arada pek bir fark yok, en akıllı adamı gibi hissetmişti. Dışardan baktığında bütün gün yiyip içebileciği mükemmel rahatlıkta bir hayat olarak görmüştü, işsiz bir tanesini. Haftalar boyunca arkadaşlarıyla gezmiş, tozmuş, içip eğlenmişti. Fakat bir süre sonra bu alçak hazlar onu doyurmamaya başlayınca, vaktiyle okuduğu kitaplardan ve şahit olduğu olaylardan bu hazların daha yoğunları peşinde koşmanın kendini ne denli korkunç bir buhrana atacağını da bildiğinden, daha fikrî ve daha yüksek hazlar aramaya başladı. O vakitlerde koşuk okumayı çok severdi ve baskı yapmakta olan yayınevlerinden rica ettiği her türlü betiği alabiliyordu. Okudukça kendi zihninde de kafiyeler uçuşmaya başlamıştı ve bunları insanlarla paylaşmaya başladığında hızla sevilip kendi bölgesindeki en ünlü erenlerden biri oldu.

    Bunları düşünürken hüzünlendiğini fark etti. Ne zamandır şiir söylememişti. Neden sonra kafiye düşürmenin onun yaptığı iş olarak görüldüğünü fark etmişti. Yeni tanıştığı insanalara hâlini anlatınca ona sanatkâr gözüyle bakıyorlardı. Bu ün onu birden soğutmuştu. "Benim bir işim yok, o diğerleri için çalışan enayiler gibi değilim!" diye düşünüyordu. Bir çaba sarf ettiği yoktu ama üstüne vurulan bir "çalışan" damgası onu tiksindirmiş ve eve kapatmıştı. Uzun süre düşük hazların aşağılıklarından ve sahip olduğu en büyük yüksek hazzın da elinden alınmasına ilenmekten başka bir şey yapmayarak yaşadı. Okumayı bırakmamıştı tabî ama tüketici olmanın artık ona yeterli gelmediğini hissediyordu. Beynindeki ozan ona uyaklar çığırıyor ve bunları sözlemesi için yalvarıyordu. Daha doğrusu uzun süre öyle yapmıştı, Sak içtiği otlarla onun nefesini kesene kadar.

    Yakın zamanda onu terk eden sevgilisi geldi aklına. Ona yalnızca Konçuy derdi, öyle ki nerdeyse asıl ismini unutmuştu. Her gün saatlerce atölyesinde heykeltıraşlık yapardı. Aldığı mühendislik derslerinden bir tanesinde yaptığı eskizin görkünü fark eden bir müderrisi onu daha fazla çizmesi için teşvik edince bu dalda ne kadar yetenekli olduğunu fark edip konuya hakim insanlarla daha çok hemhal olmaya başlamıştı. Sak'la da tanışmasını sağlayan bir arkadaşı sayesinde yontu yapmağa başlayıp bu işe ne kadar düşkün olduğunu ayırt edince mühendislik okulunu bırakıp kendini bu sanata adamıştı. Zamanla Sak ile birlikte yaşamaya başlamıştı ancak ilk öylerden beri onu rahatsız eden Sak'ın bu işsizliksever hâli, Sak sırf "meslek sahibi" damgası yememek için şiiri bile bırakınca onu iyice çıldırtmış ve aşık olduğu adamı bırakmaya zorlamıştı. "Neden bu kadar direttiğini anlamıyorum, Sak." demişti ona, "Yaratmanın verdiği hazza sen de benim kadar hayransın ama sırf yaratını diğer insanlara bahşetmek zorunda olmadığın için bu hazzı geri tepiyorsun. Hiç mi minnet duymuyorsun ki zevkli bir mihneti çekemiyorsun?"


    Etrafına baktı. İçine çektiği, soluduğu her nefesle ciğerlerini doldurduğu havanın ne kadar berbat koktuğunu bir kez daha fark etti. Belki haftalardır yerleri oynamamış kıyafet yığınlarına baktı. Elinde külleşmekte olan sigarasını çöp kutusuna fırlatıp ayağa kalktı. Evde ne kadar pencere varsa açtı o dehşet kokuyu dağıtmak için ve zevk için yığınlardan birine tekme attıktan sonra kapıyı araladı. Cebinde anahtar taşımak istemediğinden kapı kıynışık kalsın diye önüne bir ağırlık koydu ve vaktiyle yazıhane olarak kullandığı arkadaşı Belge'nin atölyesine doğru yola çıktı. Kapıyı açık bıraktığı da arkasını döndükten sonra bir daha aklına bile gelmedi. Hırsız mı girecekti sanki? Kim bir şeyi neden çalmaya çalışsın ki?

6 yorum:

  1. Merhabalar! Işıkla selamlıyorum sizi.
    Bu sitede bulunan tüm yazılara şöyle bir göz gezdirdim, birçoğu tanıdık olmadığım kelimeler ve sanıyorum ki cehaletimden olsa gerek, ilgimi çekmeyen söz sanatlarından oluşuyordu. Yine de üzerlerindeki emeği ve köklerindeki düşünsel birikimi hissedebildim. Bu nedenle yorum yazmak istedim, çünkü kimse yazmamıştı, ve bana soracak olursanız; aydınlık kendine bakan gözler olduğunu hissettiğinde daha bir güzeldir. Yorumumu önemsediğinizi gördüğüm söz sanatlarına veya eskilerin kelimeleriyle oluşturulmuş dizelere yapamazdım, hayır, bunları yorumlayacak birikime sahip değilim. Bu yazıdaki edebi kısımlara da yapabileceğim yorumum yok, ne kurguya, ne de söz dizimine. Ancak, sanıyorum ki ideal devletinizle alakalı birkaç söz söyleyebilirim, müsaadenizle. Galiba edebiyattan ne yazık ki zerre anlamadığımı, yapabildiğim tek şeyin felsefe olduğunu anlatabilmişimdir. Edebi niteliklerinizi de görebilecek gözlerin gelmesi dileğiyle, felsefi incelememe geçiyorum.

    YanıtlaSil
  2. Gördüğüm kadarıyla hikayenizde sorduğunuz soru, sorumluluğa zorlanmıyorsak neden sorumluluk alalım ki sorusu. Ya da neden bize diğerlerine yardım etsek de etmesek de zarar gelmeyecekse, neden diğerlerine yardım edelim ki sorusu. Muhteşem bir sorudur bu bana kalırsa, çokçası tarafından sorulmuştur ışığın tarihi boyunca. Soru güzel sorudur da, bana kalırsa şaşırtıcı olan bunca insanın bu soruyu sormamasıdır. Çoğu insan sanki önceden ayarlanmış gibi birbirlerine yardım ederler. Benzer davranışlar yunuslar da da gözlenir. Hızlı davranmak istemiyorum, ama büyük ihtimalle bu rasyonel varlıkların diğer rasyonel varlıklara yardım etmesinin mantıksal bir zorunluluk olmasından değil de, yardım etme güdüsünün bilişsel yetenekleri güçlü canlıların evrimsel sürecinin bir parçası olmasından ileri geliyor. Dolayısıyla galiba söyleyebilirim ki, durum tüm insanların eş zamanlı olarak diğerlerine yardım etmelerinin kendi yararlarına olduğunun farkına vardıkları bir çeşit aydınlanmadan sonra hepsinin birbirine çalışmaya başlamasından çok uzakta. Eğer böyle olsaydı, yani insanlar birbirlerine yardım etme kararını mantıksal süreçler sonrasında alsalardı, Sak’ın tutumu gerçekten de doğru olurdu. Eğer bana çalışacak insanlar varsa, ben neden onlara çalışayım ki? Ama, görülmesi gereken, bu düşüncenin sistemdeki tüm oyuncular için de geçerli olmasıdır. Tüm herkes, eğer diğerleri çalışacaksa, çalışmamak isteyecektir. Bu kendileri için rasyonel bir bağlamda daha faydalıdır. Bunun ispatı matematiksel olarak oyun kuramsal enstrümanlar kullanılarak yapılabilir. Ama bu incelemenin konusu bu olmadığı için o kısmı atlıyorum, zaten matematiksel inceleme olmadan da sezgisel olarak bunun böyle olduğu kolaylıkla görülebilir. Eğer insanlar tabiri caizse tamamen mantıklı varlıklar olsalardı, kimsenin birine yardım etmek için gerekçesi olmazdı. Ama ediyoruz. Etiketlerinizde komünizm ifadesi görüyorum, ancak günümüz toplumunun komünist algıyla yaşamaması birbirine yardım etmediğini göstermiyor. Paranın varlığı insanların birbirine yardım etmediğini göstermiyor, eğer gerçekten etmeselerdi, zatan paranın varlığı söz konusu değildi.

    YanıtlaSil
  3. Günümüzdeki toplum, paranın varlığı dışında, anlattığınız toplumdan ekonomik olarak çok da uzakta değil, dolayısıyla günümüz toplumuyla devam edeceğim. Söylediğim gibi, Sak’ın mantıksal süreci doğrudur, ama yine de sanırım anlatmak istediğiniz gibi, mutlu olamaz. Çünkü insanlar tamamen rasyonel ve tamamen bireysel değillerdir, oluşumlarında da ne kadar rasyonelite ve bireysellik yer kaplıyor olsa da, bilişin mekanizmalarında toplumsal özellikler de bulunmaktadır. Arılar evrilirken bireysellik gelişmemiştir, o yüzden onların bilişleri tamamen toplumsaldır diyebiliriz. Yunuslar biraz daha bireysellerdirler, ama yine de gruplar halinde enfes bilişsel hareketler ederler. İnsanlar daha çok bireysel ve daha az toplumsaldırlar, ama yunuslar ve arılarda daha belirgin olan toplum algısı kaybolmaz. Sak’ın ulaştığı sonuçlar tamamen bireysel bağlamda doğrudurlar, ama insanlar tamamen bireysel değildirler. Belki ideal bilinçli varlık böyle olabilir. İdeal bir bilinçli varlığın yardım gibi bir güdüsünün bulunacağını zannetmiyorum, bununla uğraşmazdı bile diye düşünüyorum. Buradan ideal bilinçli varlığın kötü bir varlık olacağını iddia ettiğim anlaşılmasın, sadece diyorum ki, iyilik onun seviyesinde bir anlam ifade etmezdi. Bunun hakkında daha derin inceleme gerekmektedir, belki tartışırız sizinle bu kısmı. Bunu tartışmayı gönülden istediğim için DİKKAT çeksin diye dikkat kelimesini büyük harfle yazdım, önceki incelememe devam etmek üzere paragrafı bitiriyorum.
    İnsanlar tamamen bireysel değillerdir demiştim, söylediğim gibi bilişsel sistemlerinde toplumsallık izleri de bulunur. O yüzden diyebilirim ki, günümüzdeki halimizle, diğerlerine yardım etme güdüsünün rasyonel bir fayda farkındalığındansa, bu zamanlara gelene kadar geçirdiğimiz evrimsel sürecin eseri olması daha mümkündür. Tekil insanlar birbirlerine yardım ederse doğada hayatta kalma şansları yükselir, dolayısıyla birbirimize içgüdüsel olarak yardım ederiz. Özetle, biyolojik yükümlülüklerinden sıyrılmış saf biliş olan ideal bilinçli varlıkların oluşturacağı kümenin, bir devlet yapısı haline geleceğini düşünmüyorum. Devletler bana kalırsa ideal olamazlar, çünkü varlıklarının sebebi zaten insanların, ya da bilinçli varlıkların ideal olmayışından gelmektedir. İdeal olmayan bilişsel varlıkların kümesi devlet oluşturabillir, ideal olan bilişsel varlıkların devletiyse, basitçe var olmayacaktır. Birbirleriyle etkileşime geçmelerine de gereksinim olmazdı sanıyorum ki. Sözlerimi toparlamak gerekirse, Sak bu toplumun idealliğe en yaklaşmış bilişsel varlığıdır, kalan kimseler bilişsel zayıflıklarını toplumsallıkla gidermektedirler. Ama yazıktır ki, Sak da ideal değildir, çünkü biyolojik yükümlülükleri bulunmakta. Yazınızda Sak’ın bu güdüsünü hayvani arzu olarak tanımlamışsınız, ama size katılmıyorum. Bu düşünce hayvaniliğe en uzak düşüncelerdendir. Toplumsalın reddi, ve takriben bireysel bilişin benimsenmesi, bilinci genişletecektir. Dünyaya tek kişi geliriz, hayatımız boyunca da sadece kendimizizdir. Hayat tek kişilik bir oyundur, dolayısıyla yıldızlar da en iyi tek kişi izlenir. Toplumun aydınlanmış bireyleri, bunun farkına vardıklarından kendi köşelerine çekilirler. Keşke diyorum, keşke biyolojik yükümlülüklere bağlı olmasaydım ve ideal bilişin tadını kendi başıma çıkarabilseydim. Kimseye ihtiyacım olmazdı. Ama değilim, bu biyolojik bedene sahibim, evrimsel hatıralar da kelimenin tam anlamıyla içimde kodlu. O yüzden, saf bilişe ulaşmanın bir yolunu bulana dek, evrimsel kökenimizin güdülerine yönelik hareket etmemiz en iyisi olacaktır. Saf bilişe hiçbir zaman ulaşamadım, ulaşmak istesem de, ama kısıtlı bilişimle onun hayalini kurabiliyorum. Yorumu fazla dağıttım sanırım, yine de yanıtınızı bekliyorum. Görüşmek üzere!

    YanıtlaSil
  4. Esenlikler ve blogumdaki ilk yorumun cevap vermek için hazırlanmak zorunda kaldığım bir yorum olması lütfunu bahşettiğiniz için teşekkürler.
    Açıkçası yazdığınız bu uzun yazıya nasıl düzgünce yanıt veririm bilemiyorum zira savunduğunuz birden fazla sav var ve hepsine karşılık olacak bütünlükte bir cevap yazmak hayli zor olurdu. Bu nedenle, sizin anladığım kadarıyla biraz yanlış anladığınız, kendi fikrimi evvelen anlatacağım daha sonra sizin savunduğunuz ve katılmadığım birkaç noktaya değinmek istiyorum.
    Öncelikle sizin savınızın asıl konusu gibi görünen "insanın içine işlemiş olan toplumsallık dürtüsü" Sak'ı yeniden çalışmaya iten şey değil kesinlikle. İyilik yapma konusunda zannediyorum ki aynı fikirdeyiz. Sak'ın "enayilik" olarak, tabiî ki abartılı bir şekilde, tanımladığı başka insanlara hiçbir karşılık beklemeksizin iyilik yapmak kavramı benim de yanlış bulduğum, daha doğrusu üzerine konuşulmasını yersiz gördüğüm zira var olmadığını düşündüğüm bir mefhum. Hiçbir amel bir insanın saf iyi düşüncelerinden kaynaklanmaz ve onu işleyenin bir kârı olmak zorundadır. Bu kâr yalnızca iyilik yaptığını düşünmekten ileri gelen bir kendini iyi hissetme hâli dahi olabilir ancak illa ki vardır. Sak, ortaya koyacağı herhangi bir işin karşılığını alamamayı istemiyor ve bu nedenle hiçbir şekilde bir eser meydana getirmek istemiyor. Yaptığı uslamlama sonucunda bir mesleğin ona harcadığı zaman kadar kâr getirmeyeceğine karar verip işsizliği seçiyor. Hikayenin sonunda atölyeye geri dönmesinin sebebi bir eser meydana getirmenin hazzını özlemesi ve işsizliğin, başıboşluğun gerçekten de imrenilesi bir şey olmadığını anlaması. Yani benim asıl savunduğum şey ideal bir toplumdaki ideal bir insanın, bu ideal topluma neden böyle basit bir düşünce sonucu karşı gelmeyeceği. Bakıldığı zaman Sak gerçekten de ideale yakın bir tavır sergileyerek düzene alışmış insanların aldırmayacağı, üzerine düşünmeyeceği bir konuyu ele alıyor ve bunu deniyor. Ancak benim kurduğum ideal düzeni desteklercesine bu başkaldırışının anlamsız olduğunu ve başkaları için değil yalnızca kendi için bile üretmek zorunda olduğunu fark ediyor.

    YanıtlaSil
  5. Dikkat çektiğiniz ideal bilinçli varlığın davranışları konusuna gelince... Bu konuda bir ihtilafımız var zira benim tahayyül ettiğim ütopyamın ideal vatandaşları birbirlerine, o ân için ne alacakları fark etmeksizin, yardım etmeyi seçmişler. Bunun nedeni benim bazı, aslında sığ demek istediğim ancak ne yazık ki bu tanımdan birçokları alınacağı için diyemediğim, "sıradan" insanların zerre ilgi duymadıkları kimi konuları öğrenmeye ve çalışmaya zorlanırken, daha "ilgili" insanların içindeki yaratma yahut öğrenip dönüştürme ateşinin geçim derdiyle uğraşmak safsatası yüzünden harlanamamasına öfkeli olmam. Süslü tabirleri bir yana bırakırsak ben çiftçi olmak isteyenin çiftçi, fizikçi olmak isteyenin fizikçi olabileceği bir dünya hayal ediyorum. Böyle bir dünyayı kuracak ideal insanlar, ki bunların ideallikleri yalnızca davranışsal boyuttadır ki benim tasarladığım gibi bir düzende yalnızca benim ideal bulduğum gibi insanların yaşaması (ortalıkta çiftçi kalmadığından) bu toplumu aç bırakır, bireysel olarak hayatta kalamayacaklarını, güç bela kalsalar dahi bunun yeterince refah bir hayat olmayacağını, bildiklerinden bir toplumsal uzlaşıya varıp kendilerine mümkünse zevk aldıkları birer meslek seçmiş, ve istediklerince aldıkları hizmetlerin karşılığını bu meslekleri icra ederek vermişlerdir. Bu toplumda hiçbir fert yekdiğerinden üstün kabul edilmediğinden ortada "devlet" olarak adlandırılan şey yalnızca idari işleri yürüten bir muhasebeci takımından ibaret kalmıştır. Sak'ın hayvanî arzusu bu ideal, uzlaşıda bulunan toplumun kurallarına uymayıp kısa vadede zevki gözetmek olmuştur. Bir meslek sahibi olsa yahut ortaya kendi yeteneğince bir eser koysa içinde bulunduğu toplumun ekonomik ya da kültürel seviyesi yükseleceğinden kendi refahı da artacaktır ancak Sak iptidai çıkarımlarla buna karşı gelmektedir.
    Paranın varlığı konusu da insanların iyilik yapması ile ilgili bir katkı sağlamaz zannımca, yalnızca toplumun çoğunluğu ona sahip olmayacağından onları daha mutsuz yaparak toplumun huzurunu kaçırır.
    Ahh fikirlerimi uzun, düz bir yazı olarak dışavurmaya çalıştığımda bazen anlaşılmaz bir üsluba sahip olabiliyorum ve bu bu sefer de olmuşsa kusura bakmayın. Konuşmak istediğiniz başka konular ya da verdiğim cevaba yapacağınız katkılar varsa mesaj gibi daha interaktif yolları tercih ettiğimi söylemem gerek. İyi günler!

    YanıtlaSil
  6. Merhaba. Yazdığınız öyküyü birkaç kez okudum ama sanırsam fikirlerinizi ve yarattığınız dünyayı metne tam olarak yansıtamamışsınız. Tabii ki kafanızdaki bütün bir yaşantıyı metne sığdıramazsınız ama en azından okuyucunun kafasında daha az soru bırakabilecek bir birikime sahip olduğunuzu düşünüyorum. Bu çıkarıma yaptığınız yorumu okuduktan sonra vardım. Kafanızda yarattığınız bir dünya var ama bunu edebi bir metne açık bir şekilde aktaramadığınızı düşünüyorum. Bu yüzden hem oykunüze hem de yorumunuza yönelik olacak incelemem. Öncelikle Sak çok zayıf bir karakter olarak kalmış. Ütopyanızı böyle zayıf bir karakter üzerinden aktarmanız öykünüzü de daha zayıf kılmış. Tabii ki okuyucu vermek istediğiniz mesaja ulaşabiliyor ama metnin okuyucu üzerinde en ufak bir etki yarattığını söyleyemem. Sak, sahip olduğu güce sadık kalmayıp kafasındaki fikri denemeye koyuluyor. Bunu ütopik bir dünyada gerçekleştirilen bir deney olarak düşündüm çünkü her ütopya bir deneyle başlamak zorundadır ama bu deney başlangıç noktasında değil de yaşantının belli bir düzene oturduğu bir zamanda geçiyor sanırsam. Her ne kadar ütopyalardaki deneyler bir düzenin bize neler yaşatacağına yönelik olsa da Sak'in içinde bulunduğu deney bir düzene başkaldırılırsa neler yaşanacağına dair. Sak, aslında okuyucuya olumsuz gösterilen bir başkaldırışta bulunuyor. Çoğu metinde belli bir etki yaratmak için oluşturulan itaatsizlik bu metinde etki oluşturmaktan çok can sıkıyor. Ama Sak bu itaatsizlik konusunda bile kararsız. Bu durum okuyucunun da kararsız kalmasına neden oluyor. Açıkçası bu durumun okuyucunun metin üzerinde dusunmesi üzerinde olumlu etkileri var.
    Yaptığınız yorumlara gelince,
    İnsanları sıradan ve ilgili diye sınıflandırdığınızı belirtmişsiniz ve "farkında insan"ların fikirlerini, yaratılarını para gibi engellerden dolayı ortaya koyamadığından şikayetçisiniz. Bu konuda en azından sizden daha deneyimli bir insan olduğumu düşünerek sunu söylemeliyim ki hiçbir farkında insanın üretimi bu nedenlerden dolayı engellenmiş değil. Farkında insan parasızlıktan doğan yoksunluğun da farkındadır, bu yoksunluğu fırsata çevirebilecek azmin de. Ve böyle insanların bizim yaratacağımız ideal bir düzene veya özgürlük ortamına ihtiyacı yok. Aynı zamanda sıradan insanların içindeki bu ideal düzeni hak etmeyecek insanların varlığını da göz ardı edemeyiz. Bu yüzden her ne kadar ideal bir düzene ihtiyacımız olmadığını düşünsem de öykünde belirttiğin ütopik dünyanın aksine en azından ütopik bir topluma daha sıcak bakıyorum. Son olarak insanlar arası çatışmaya yol açtığını düşündüğümüz dinler, ırklar ne güzel taşıyor biz insanlar arası kültürü. Dünya bu haliyle bana rengarenk geliyor. İçinde sevmediğim renkler olsa da.
    Teşekkürler.

    YanıtlaSil