17 Aralık 2021 Cuma

Takattur

Yine muhtelif olaylardan mülhem, bir şekilde Frenk şiirine de verdim önem. Dedim ki "Henüz lisanı bilmiyorum, yazamıyorum madem; kendi lügatımı edeyim müstahdem." İşte secili, kafiyeli birkaç mülahaza daha sonra, şu aşağıdaki şiir geçti elime. Ben de başladım söylemeye, yazmağa:


L'Ennemi

Ma jeunesse ne fut qu'un ténébreux orage,
Traversé çà et là par de brillants soleils;
Le tonnerre et la pluie ont fait un tel ravage,
Qu'il reste en mon jardin bien peu de fruits vermeils.

Voilà que j'ai touché l'automne des idées,
Et qu'il faut employer la pelle et les râteaux
Pour rassembler à neuf les terres inondées,
Où l'eau creuse des trous grands comme des tombeaux.

Et qui sait si les fleurs nouvelles que je rêve
Trouveront dans ce sol lavé comme une grève
Le mystique aliment qui ferait leur vigueur?

— Ô douleur! ô douleur! Le Temps mange la vie,
Et l'obscur Ennemi qui nous ronge le coeur
Du sang que nous perdons croît et se fortifie!

— Charles Baudelaire


Düşman

Şebabetim bi' dağdada-ı muzlimden ibaret
Güneş ışınlarında pek yıkanmış değilimdir
Matarla ra'dla çöktü ömre bir dîv kıyamet
Ki bahçe-i zarımda bâra kanmış değilimdir

Ulaştım işte düşlerin hazan faslına şimdi
Kürek ve tırmığımla ben onarmak durumundayım
Suyun, içinde sanki bir mezarmış gibi deldiği
Çukurlarıyla toprağı onarmak durumundayım

Ve kim bilir tasavvurumda bekleşen çiçekler
Bulur mu sahilane hep yıkanmış bu toprakta
Öyle besinler öyle kim o dirliği verirler

Va esefa hayatı dembedem yiyor şu zaman
Karanlığın içinde kalpleri işte kemirmekte
Yitirdiğim bu kanla yükselen sinsi bi' düşman

Vurgun'un tercümesiyle


    Şimdi kendi yaptığımızdan bahsedelim: Öncelikle fransız şiirinin teknik yapısını yeteri kadar bilmediğim yalan değil, kullandıkları aruzu pek anladığımı söyleyemem. Anlasam da Türkçeye intibakı muhtemelen kabil olmayacağından çok kurcalamadım da o açıdan. Bana doğal gelen bir kalıp olduğu için mefâilün mefâilün mefâîlü feûlün şeklinde yazdım. Nokta çizgi şeklinde daha anlaşılır oluyor:
.-.- .-.- .--. .--
    Elbette kimileyin mefâîlü, müfâilün'e dönüşüyor; mükemmel değil aruz ama bu kadar teknik ayrıntı yeterli.

    Daha ilginç bulduğum bir husus, kullandığım dil: Birkaç hafta önce yazdığım ilk kıtada, Şemseddin Sami'ye çok dayandığım için olacak, Türkçe kelime pek görünmüyor. Yalnızca ikinci mısrada daha sonraki kıtalarda görmeye yaklaştığımız temiz ve sarih bir Türkçe göze çarpıyor ancak derhal üstü kapatılıyor bunun "Matarla ra'dla". Bu lisandan çıkamadığımı fark edince yılmış ve caymıştım çeviriden. Sonra mühim ve mülhim olaylar yaşandı, bir şekilde tercümeye yeniden başlandı. İkinci kıta işte bir keyfiyet sonucu değil, harici kaynaklı bir sevkitabii sonucu tastir olunduğundan anlaşılma, daha da önemlisi okunma kaygısıyla tecessüm etti. 
    Özellikle son üçlüde görebileceğimiz üzre sıkışınca Osmanlıcaya kaçmaktan imtina ettiğim yok hâlâ. Olsun o kadar da :)

15 Aralık 2021 Çarşamba

Lahzeyn

    Birkaç gördüğümden bahsetmek istiyorum yürüyüşlerimde. Ellerimde koca koca paketler, hiçbir şeyi düşürmemek için her adımda ayrı dikkatle eve yürümekteyim ama yine de buluyorum sağa sola bakışlarımla tecessüs edecek imkanı. Yanımdaki göletten geçecekken yavaşlıyor kibar bir sürücü, tebessüm edecekken bu yavaşlığıyla onun arabasının da daha az ıslandığını fark ediyorum. Aklımda bu fark edişin tebessümüme nasıl etki etmesi gerektiğine dair sorgular... Tam karar verecekken "Herkes kuru, öyleyse herkes mutlu, hepimiz gülümseyelim (gerçi yağmurda yürüyen benim, oysa üstü kapalı arabasıyla yalnız gaza basmaktan sorumlu)" diye, biraz ilerimde başka bir gölet görüyorum, içinde bir adamcağız. Başında örgü beresi, cebinde dışarı sarkmış ucuz tütünüyle alelade bir dede. İzliyorum biraz daha, ayaklarını şapırdatıyor gölette. Önce sağ ayağıyla yokluyor suyu, sonra onu daldırıp sol ayağıyla benzer bir hareket. Bir taş mı alıyor yoksa yerden, sektirmeye falan çalışsa keşke... Fakat hayır, suyla oynamak için değilmiş eğilmesi; botunun ucunu siliyor, çamura basmış iki adım gerisindeki. Dudaklarında mutsuz bir küfür okunuyor. Bir kez daha rast geldiğim kişi şebek, şaşkın ve şetaretli olmaktansa sinirli, samut ve sevimsiz bakıyor. Tümden örtüyor dişlerimi dudaklarım, bedbahtım. 

    Bilmiyorum artık aklımdaki bin tilki mi dert mi ya da endişe fakat yürüyorum yine bir yokuştan yukarı. Kampüsün debdebesinden kaçıyor etrafımda bazıları, bazıları o kargaşaya atmakta kendini koşar adım -bu yokuş aşağılıkla da ilgili olabilir tabii. Yol iyice tenhalaşınca kendini yalnız hissediyor ileride önümdeki hanım; güvende yani, onu ne görmezden gelecek ne de etvarını dikkatler ile seyredip yargılayacak kimse var. Tek başınalığın müskir huzuruyla dinliyor kulaklığındaki müziği ve gitgide daha da keyifleniyor, belli. Kim bilir belki varacağı yerdeki insanları düşünüyor, belki varacağı zamandaki olayları. Her nedense sekmeye başlıyor o boş yolda. Önce zıplar bir sağ adım, sol ayağının hafif yanına ve ilerisine; sonra sol adım, aynı matematikte sağ ayağının ötesine... Ve artık saklayamıyorum tebessümümü, sallanmaması için çantasının kolluklarına asıldığında.

31 Ekim 2021 Pazar

Salutation

    Because of recent happenings, I feel a compulsion to publish some posts in English as well. Given the fact that I am not really prolific in English, I will be including some unoriginal poems as well; however, I want these to be interesting selection-wise. Therefore here is a rubai of Nâzım Hikmet in English. Perhaps I will be talking about Nâzım more when I have time...


3

My love's image in the mirror had its say:

"She isn't real-I am," it said to me one day.

I struck, the mirror broke, her image disappeared

but, thank goodness, my love stayed in place...


    I like this verse maybe even more in English because of the equivocal nature of the word "love" in this tongue. In the original verse, the thing staying in place must be the real woman; however, when you let a tad of ambiguity in the equation, there exists the possibility of the man acquiescing to the image. What I mean is that perhaps the image only the lover sees of the partner is indeed the "love" of his. I believe this concept of "ideal partner" in our minds is familiar to everyone but if we take a second to breathe, this might suggest that neither the loved nor the love itself is real. Yet, we are relieved to learn that the love is ever present even though the mirror is broken, meaning we are now handling the objective world.

    Weep no more, then, for love does indeed exist, both as a person and as itself. 

    Possumus vivere, nam est amor!..

26 Ekim 2021 Salı

Nazire

    Filistinli şair Mourid Barghouti'nin İngilizceye "It's Also Fine" adıyla çevrilmiş, şahsen pek etkileyici bulduğum ve hele bağlamı içerisinde ele alındığında gayet vurucu olan bir şiirine nazire yazdım. Bağlamından koparıp tamamen farklı bir hisle ele almama rağmen yapıya sadakat gösterdim. Benim nazirem ve ardından orijinal şiirin İngilizce çevirisi:


O da İyidir

Boş bir duvara karşı ölmek de iyidir,
yıkanmamış nevresimler içinde,
tek başına.
Bu kez olsun açılmamış ellerimiz
sert ve sıkı;
inkârsız, itirafsız, isteksiz
ve kimsesiz ölmek iyidir.
Sade bir ölümle ölmek iyidir,
üstümüzde yaşsız
ve gönlümüzde başsız.
Saçlarımız yabancı parmaklarca zaptedilmedik,
ellerimiz onca ve bunca çekiştirilmedikçe;
etrafımızda doktorlar yalnızca hasta numaramızı bildikçe,
münkir bir veda teşebbüsünü raptettikçe yeisimiz;
saatimiz yazdıkça
metruk bir belgede
bir gün kimse bakmadan,
ölmek iyidir.

***

It's Also Fine

It's also fine to die in our beds
on a clean pillow
and among our friends.
It's fine to die, once,
our hands crossed on our chests,
empty and pale,
with no scratches, no chains, no banners,
and no petitions.
It's fine to have a clean death,
with no holes in our shirts,
and no evidence in our ribs.
It's fine to die
with a white pillow, not the pavement, under our cheek,
with our hands resting in those of our loved ones,
surrounded by desperate doctors and nurses,
with nothing left but a graceful farewell,
paying no attention to history,
leaving this world as it is,
hoping that, someday, someone else,
will change it.














16 Ekim 2021 Cumartesi

Peçe

Ne kadar güzelsiniz, gözlerim size erişmedikçe

Ne kadar asilsiniz, fotoğraflarda

Ne kadar beliğdir konuşmanız, hikayelerde

Ne kadar caziptir yürüşünüz, sandalyenizdeyken


Tarih atmamışım ama 2021 Mayıs veya Haziran olsa gerek.

13 Ekim 2021 Çarşamba

Beher

7 Ekim 2021

Bütün inzivan ile fikrimce be-her yersin
Bütün imtinan ile hep ben'le berabersin

Uzletinde zulmet-i idbar ile serâsersin 
Sen de hah-ne-hah şetaret yine istersin

Hayatımda zahir olup ol adem-i talatın
Beray-kerr ü ferr-i ar'ardır o hicabın nikabın


    Şimdi evlatlıktan reddeder gibi şu yarım şiiri eleştirelim veya enaniyetten reddeder gibi bunu tastir eden eski beni zemmedelim:
    Evvela, aruz bozuk hocam. Mefâîlü Müstefilün Müstefilün Fâlün gibi bir şey diye başıyor, sonra ilk babı Fâilâtü'ye ikame ediyorum, arada "zahir olup ol adem-i..."ndeki "ol" gibi artık kullanılmayan, doldurma kapalı heceler sıkıştırıyorum falan.
    Saniyen, Farsça bilmeyen adamsın, senin ne haddine "be-her yersin" veya "Beray-kerr ü ferr-i ar'ar" falan gibi terkipler. Arap harfleriyle görsem besmeleyle okurum, defterde karalarken bi' hamasetleniyorum ne hikmetse.
    Salisen (Arapça saymayı da üçe kadar biliyorum bu arada), nedir bu önümüzdeki? Tamam, sorsalar tırnak içinde "şiir" deriz, ne tür peki? Sone değil, gazel de değil... İlk iki beyit tek kıta olsa düz kafiye var olacak, son beyitte direkt uyak yok!

    Na-tamam bir şiirin na-tamam bir bahsi olarak bu yazıyı da bırakıvereyim ortada böylece. Fakat bitirmeden belirteyim ki bu şiir; eksik bir ilhamın, eksik bir gayretle tecsim edilmesidir. Yersizce keskin bir bıçağın yarasından kanım sızarak akmış da resmi bitirmeye yetmemiş gibi...

5 Ağustos 2021 Perşembe

İnsan Nedir ve Egoizme Dair Mülahazalar

     Bu hafta Mark Twain’in “İnsan Nedir” adlı eseri okuyup tetkik ettik. İsminin Mezmur 8:4 ayetine atıfta bulunduğu (1) sanılan kitapta müellif, insanı ahlak ve tıynet özellikleri bakımından incelerken sokratik diyaloglar ile fikirlerini tartışmaya açma yolunu tercih etmiş. Kitap boyunca, nasihatkârane bir tavırla özgür irade ve determinizm kavramlarının etrafında dönen fikirlerini serdeden bir “Yaşlı Adam” ile belli ki asli vazifesi bu fikirlere karşı çıkıp gereken çelişkiyi, daha sonra bu çelişkiden çıkan tartışmayı ve nihayetinde bu tartışmanın da çözülmesiyle varılmaya çalışılan sonucu yaratmak olan bir Genç Adam’ın diyalogunu izliyoruz. Bu noktada yapılması gereken eleştiri, üzerinde durulan kavramların doğası gereği Yaşlı Adam’ın iddialarının asla tamamıyla kanıtlanamaması ve hiçbir tartışmanın mutlak bir ikna oluş ile bitmemesidir. Bu nihayetsiz tartışmalar hâlihazırda pek çok okur için yabancı ve hatta garip olan kimi mefhumların tümden münker kalmasına sebebiyet vermektedir. İmdi bu mefhumları izah edelim. 


Determinizm: Kâinatta olup biten her hadisenin maddi veya manevi sebeplerin zorunlu sonucu olduğunu ileri süren felsefi doktrin (2)

    Bilimsel yorumuna müspet ilimlerin büyük oranda istinat ettiği determinizm kavramının fizikî sonuçlarını, Newton Fiziği-Kuantum Fiziği ikiliği açısından ve Belirsizlik İlkesi kapsamında, yaptığımız söyleşide üstünkörü anmış olsak da kitap, kavramın ahlaki neticelerine odaklanıyor. İnsanın “bir makineden ibaret” olduğunu iddia eden Yaşlı Adam; yapılan, hissedilen, söylenen vs. her şeyin dış etkilerden kaynaklanıp “zorunlu” olduğunu söylerken iradenin bir illüzyon olduğunu ima ediyor. Yani Yaşlı Adam’ın iddiasına göre insan davranışları, belli girdiler ve komutlarla beslediğimiz bir bilgisayar programının edimlerinin daha komplike bir versiyonudur yalnızca. Bu “makinelik” her türlü edimin tümüyle haricî kaynaklı olduğunu savunduğundan; resim, şiir, müzik gibi her türlü sanat dalının en kreatif kabul edilen eserleri dahi eser sahibinin iradesinden, ilhamından zerrece kaynaklanmayıp yapmak “zorunda” olduğu birer eyleme dönüşüyor.


Psikolojik Egoizm: Egoizmin en popüler tasvirî dalı olup her insanın yegâne ve nihai amacının kendi gönenci olduğunu iddia eder. (3)

    Bu tanımdaki “Egoizmin tasvirî dalı” ifadesinden kasıt, Psikolojik Egoizmin (tanımını ayrı bir başlık olarak vermeyeceğimiz ancak Psikolojik Egoizmin kurduğu aynı cümleyi yalnızca “gereklilik” ile bağlayan Ahlaki Egoizmin* tersine) normatif olmayıp yalnızca var olan durumu tasvir ve izah ediyor olduğudur. Kitapta da Yaşlı Adam’ın iddia ettiği üzere insan, bir eylemi sadece ve sadece kendi çıkarı için yapar. Bu bir ahlaki sorun değil, basitçe insan denen makinenin çalışma düsturudur. Burada önemle vurgulanması gereken ve Yaşlı Adam’ın da her fırsatta istifade ettiği nokta, insanın “çıkarının” tanımlanmamış olup vaziyete göre istendiğince esnetilebilir olmasıdır. Örnek vermek gerekirse Yaşlı Adam bu esneklikten şu şekilde istifade eder: Egoist fikre karşı çıkan Genç Adam okuduğu bir kitaptaki adamın cebindeki son parasını biçare düşmüş yaşlı bir kadına nasıl verdiğini anlatıp bu eylemde hiçbir kişisel çıkar bulunmadığını ve adamın bunu yalnızca kadının iyiliği için yaptığını savunur. Yaşlı Adam ise basitçe, bu örnekteki adamın çıkarını kadının yüzündeki mutluluğun adamda doğuracağı olumlu hislerde, adamın hissetmediği vicdan azabında (zira zarardan kaçış da bir yarardır) ve o gece çekeceği iyi uykuda bulur.

    Anlaşılacağı üzere Psikolojik Egoizm kavramının sorunu, önemsiz ve ilgisiz oluşudur. Bundan kasıt, bu mefhumun bir iddiayla çıkagelmesi ancak haksız çıkarılmayı neredeyse çocukça bir tavırla reddediyor olmasıdır. Psikolojik Egoizm, yapısı gereği yanlışlanabilir olmaktan uzak olup bu özelliğiyle tamamen bilim dışıdır. Söyleşimizde de bazılarımızın değindiği üzere bu nedenlerden ötürü de hakkında konuşmak dahi beyhudedir. Ne iddianın doğruluk değeri tespit edilebilir ne de bu zaten muhayyel değer ile başka bir ikincil kanıya ulaşılabilir. 


    Velhasıl, üzerinde durduğu meselelerin mahiyetini ve bu meseleleri ele alış usulünü tümden tasvip ve takdir edemediğimiz bu eseri, ekseriyetimiz maatteessüf övgüye şayan bulamamış bulunuyoruz. Teşekkürler. 







Kaynakça

(1) https://en.wikipedia.org/wiki/What_Is_Man%3F_(Twain_essay)

(2) https://islamansiklopedisi.org.tr/determinizm

(3)* https://plato.stanford.edu/entries/egoism/#RatiEgoi


Sa'y-ı Mülhem

     Defter yaprağıyla buluşan bir katre kahvesiyle dünyaya döndüğünü hissetti Salman. Bereket, düşen damla önündeki kitaptan istinsah ettiği paragrafı lekememiş; yalnızca sayfanın altında koyu bir leke bırakmıştı. Ancak bu talihsizliğin yarattığı imperfeksiyon, onu yeniden içinde bulunduğu kafede hissettirmişti. Şöyle bir etrafına baktı: Aynı kampüste olduklarından simaen bildiği ancak şahsen tanımadığı birkaç on kişi arasında, kendi işgal ettiği masanın birkaç katı bir taneyi mesken edinmiş arkadaşlarını gördü. Kalabalık sayılırlardı. Daha beş, on dakika önce girdikleri kafede onu gördüklerinde Salman’ı da o geniş, oturaklı masaya davet etmişlerdi tabii ama onun üstüne vazife olmayan işleri vardı daha; belki bir arkadaşının sınavına yardım etmek için, belki kendisi bölüm değiştirmeyi düşündüğünden, ya da kim bilir hangi nedenden mühendis hâline bakmayıp bir hukuk fakültesi kitabını paralıyordu. Yüzünden defterini lekeleyen kahvenin ekşiliğini silmeden nazar ettiği o diğer masadan Selma’yla göz göze gelince komedinin ademinde ortaya çıkan ve belki de gülmelerin en güzeli olan bir gülmeyle baktılar birbirlerine.


    “Yaşamak lazım, azizem!” diye başladı birden söze Salman, önemli bir şey söylemediğini dost meclisindeki herkesin bildiğini bildiğinde takındığı bir ses ve vurguyla. Öyle bir konuşmaydı ki bu, aşina olmayanlara denk geldiğinde kendisini modern bir şeyh belleyecek olurlardı. “E yaşamayı da bilmek o zaman…” diye sözünü keserek ilavede bulundu Selma.

“Tabii, ne demiş üstad: “Her kim gerek öz işinde kâmil/ Âlem-i mevalid olsun pür akıl!” 

“Sözlerinin yarısı yalan” diye eğlendi Selma, “Uyduruyorsun.”

“O da uydurmuştu...”


    Oturdukları banktan yekinecek oldu Salman, üniversitenin rektörünü görünce. Sonra caydı, Selma’ya ayıp etmiş olmamak için ve anlatmaya başladı:

“Şöylece büyük, vallahi kocaman bir hukuk fakültesi var okulda. Fakat binası gayet sıkıcı, girişinde hiçbir şey yazmıyor. Ötesinde berisinde fakültenin adı asılıdır belki, o da misafirler hangi bina neymiş tanısın deyü. Sabah baktığım kitapta, Hukuka Giriş kitabıydı biliyorsun, muharrir bey anlatıyordu: İşte bu hukuk denen maddenin ne menem bir şey olduğundan, bunu neden yaptıklarından ve usulünden bahsediyor. Bunlar mevzubahisken anmadan olmaz, Harvard Üniversitesinin Hukuk Fakültesinden de bir kare koymuş. Bilmem nasıl bir gavurca isimli İngiliz bir filozofun Latince sözünü hakketmişler girişine: Non sub homine, sed sub deo et lege, yani İnsanın değil, Tanrı’nın ve Hukuk’un altında (insan yaşamalı) falan işte.”

“Ölü lisanla yüksek laflar, tam senin seveceğin işler.”

“Tabii ya. Diyorum ki hukuk fakültesine bunu, mühendislik fakültesine de “Geometri bilmeyen buradan giremez” lafını asalım, o da Platon’un akademisinde yazarmış biliyorsun. Hissederiz yaşadığımızı, insan medeniyetinin binlerce yıllık kültürünün omuzlarında olduğumuzu. Misafirler görünce bir tarafta “Non homine, sed sub lege” bir tarafta da, Yunanca bilmiyorum işte o lafın aslı neyse, laflarını bir hissederler ‘burada önemli işler oluyor’ diye, ha?”

“Aa tam hâlini asmıyorsun yani Latince lafın.” diye sordu Selma, neredeyse dikkatiyle tekebbüren.

“Nasıl yani?” Salman kendi laflarını Selma kadar iyi izlemiyordu.

“Bitirdin lafı ‘...sed sub lege’ kısmında. Tanrının ve hukukun altında yaşamıyor muyduk?”

“O Selma” dedi Salman, Farsi ismine tenakuzla tekmil-i İtalyanlıkla 

“Nonne audivisti? Mortuus est Deus!”


29 Mayıs 2021 Cumartesi

 Sevecek olduğum herkes burkalarına sarılsın, rica ediyorum. Benimkiler göz çukurlarımın lokasyonunda saklıdır, sizinkiler göz çukurlarınızı açık bıraksın yalnızca. Gayrısı her şeyi: kızıl dudaklarınızı, inci dişlerinizi; yanaklarınızı, hatlarınızı; vücut hatlarınızı, her şeyi!.. En kalın yeri ağızlığı olsun peçelerinizin, eğer burka fazla geliyorsa güzellik mertebenize, ve tıkıştırın onu dişleriniz arasına. Evet, tek tük, birkaç kelime kaçabilsin yalnızca dudaklarınızdan. Bu kadar, yalnızca bu kadar görünür olun. Var olunuz hepiniz, benim var oluşumun dayanakları, fakat usulünce ve miktarınca... Bunu sağladıktan sonra sarın beni, teninizi hissettirmeden. Kara çarşafların rahatsız dokusuyla tahriş edin her yanımı, sonra uykulu bedenimi yalnız bırakın ininde.