23 Mart 2023 Perşembe

Kaybediş

    Yenilmiş bir şairim. Yoksa "yenilmiş şiirlerin şairi" veya "yenilmiş birinin şiirlerinin şairi" falan mı demeliyim; gerçekten bilmiyorum, ve tüm cerbezemle afili laflar sıkmaya dahi kabiliyetim olmayacak derecede bilmiyorum. Bilmediğim topraklarda atılan tüfeklerin savaşına çağırılmış ve bu korkuyla polisten kaçar olmuş gibi hissediyorum. Her gün uzuyor savaş, şiddetleniyor seferberlik ve dolayısıyla büyüyor suçum. Belki daha erken teslim olsaydım sadece bir dayak yerdim garnizonumda, insanlar alay ederlerdi korkaklığımla ve işte bu kadarıyla kalırdı cezam. Fakat sündürmemle seyrelmedi bu ceza; zaman geçti, beklentiler kokuştu, insanlar öldü ve işte artık adım yazıyor lanetli listelerde. Çekebilir tetiklerini jandarma, benim bir mavzer gizli olmayacak cebimde. 

    İşte bunlar da, çoğunun tarihini bilemediğim, kaybediş şiirleri:



Tüm şımarıklığımla mağrurum aşkımdan,
Öyle sanıyorum ki dünyanın sonunda dahi sevebilirim.


***


Kovulmam yakındır insaf et
Biraz oturup soluklanayım
Çatma kaşlarını kerem et
Gördüklerime doyayım

    Alakanı çalacak oldu diye müezzine, Allah affetsin, ilkin iyi sinirlendim. Sonra refikamdan haber verir sanıp mükemmelen keyiflendim. 
    Sen şimdi dik kulaklarınla nöbet tutuyorsun ya tehlikemden, işte iki ettik, gönen


***


Sığmıyor hayalin hayalime


***


Yağmurlu ve güneşli yollar var hürriyete
Korkma, merhamet ara gözlerinde
Kendi bakışından asla eksik etme
Islak saçlarla ve şefkatle yürünmeli.

Yağmurlu ve güneşli yollar var hürriyete 
Tak şemsiyeni beline
Başımız dik ve omzumuz düşük; yine de 
Gözümüz kamaşık.


***


Ben sokakta titrerken Fars kızı
Sen bu hâli rikkatle izlemektesin
Korkma yüksek sesimden
Sen o lisanı benden iyi bilirsin


***


Aramızda birkaç katla
İzolasyondan, demir bir kapandan
Sokağın tantanasından, yüksek bakışından
Çok, çok daha fazlası var, Fars kızı.

Bende olmayan ne sihre sahipsin?
Pençelerin daha mahir, sıçraman daha usta
                                                            kabul
Fakat ben de tırmanırdım şu birkaç katı
Sihrin ne keskin bakışlarında
                                söylesene İranlı!
ki dört kolla sarılırsın gözlerinin değmediğine.

12 Mart 2023 Pazar

Couvre-fue

Que voulez-vous ? La porte était gardée

Que voulez-vous ? Nous étions enfermés

Que voulez-vous ? La rue était barrée

Que voulez-vous ? La ville était matée

 

Que voulez-vous ? Elle était affamée

Que voulez-vous ? Nous étions désarmés

Que voulez-vous ? La nuit était tombée

Que voulez-vous ? Nous nous sommes aimés

-Paul Éluard


    Elhak midem bulandı Sabahattin Eyüboğlu'nun tercümeye yeltendiği güfteden Zülfü Livaneli'nin yaptığı bestenin alaturkalığından. Türk solunun kahrolası dağ havası ve yörük isyanı tapınısı... Ben Türkçe tahsil görmüş bir Türk ozanı olarak şiirin şiir için olması gerektiğine ve böyle ülkülerle sulandırılmaması, dahası kirletilmemesi, gerektiğine inanıyorum. Orijinal şairin hayat-ı şahsiyesinde nasıl bir sosyopolitik tavır takındığını ve bu şiiri yazarkenki tefekkürü ve niyetini tamamen konu dışı buluyorum; zira şiir, yazıldığı anda şairinden kopar ve münferit bir unsur-u yekta olarak mecvut olmaya başlar. Öyleyse, müsaadenizle, böylesi muttarit bir forma böylesi müteharrik bir ihtiva sığdırmayı beceren şairin elimizdeki eserini hakkıyla Türkçe söylemeye çalışalım:


N'olacaktı? Kapılar tutulmuştu.

N'olacaktı? Etrafımız sarılmıştı

N'olacaktı? Yollar korunmuştu.

N'olacaktı? Şehri tümden almışlardı.


Ne var yani? Aç ve muhtaçtı.

Ne var yani? Silahımız alınmıştı.

Ne var yani? Çökmüştü gece.

Ne var yani? Seviştikti sadece.

-Traduit par Vurgun.


    Tercümeye dair birkaç kelam etmek gerekirse söylemek istiyorum ki öyle kafanıza göre bir şiirin formunu alaşağı edemezsiniz beyim! "...'dan mülhemdir" diyerek bir arz-ı itibar ettikten sonra kendi şiiri olan bir başka şeyi yazabilirsiniz sadece. Bunun dışında tercüme ile Türkçe-söyleyiş arasındaki farkı takdir ve ikincisini tatbik edebilecek ozan sayısı Türkiye'de hiç de ciddiye alınacak miktarda değildir sanıyorum, hele bu ozanın kaynak lisanı layıkıyla bilmesinin müşkülatı da ortada olduğu hâlde. 







Allah affetsin

 Kayıplar


Karalıklara doğru gözlerinde ışığı biz doğurtmadık mı? Yeise düşenlerden olma!

Işığa şekil verip ondan bir âlem doğurtmadık mı? Ayık sananlardan olmayın!

Bilmediklerini öğretip kaleminden doğurtmadık mı? Hafızasına tapanlardan olma!

Okutup da sonradan doğruyu oldurtmadık mı? Gayba tapanlardan olma!

Size taçlar yapasınız diye üzüm dalları verdik; hayran olasınız diye kızlar verdik; seyran olasınız diye bağlar verdik... Ne de zalimsiniz! Muhakkakımıza münkirsiniz; muhabbetimize mürtetsiniz; valla' ki gayyanıza müştak ve evvelinize racisiniz. Rücunuzla mercinizi kaybettiniz.

Çoğalsınlar kararan gökler gibi; ey insanım, ay nazir-i nefsim cancağızım; kaybedenlerden olma. Tanı gaybın esrarını her nefesinde, gaib olma.

Yun diye sellercileyin yaş bahşetmedik mi çeşmine, ruhunu kirli sanma.

Özüsün her güzelin, beli, âlemde güzelliklerin tözünün; kendini çirkin sanma.

Efkârını ilham eden imkanı hatırla; kork haddinden, lafını güzaf sanma. 

7 Mart 2023 Salı

Tegayyür

     7 Mart 2023 Salı: Sosyal medya varlığımı da hemen hemen izale etmemle burada kimsecikler kalmadığından emin gibiyim. O yüzden gelmeyin bir şeyler anlatayım:
    Bugün LinkedIn profilimi toparlayacak oldum -malum mühendis adamız, bir işe falan da ihtiyacımız olacak önünde sonunda- fakat hızla fark ettim ki hiçbir makbul fotoğrafım yok. Makbul fotoğrafım genel olarak yok. Buna dair uzun laflar edilebilir fakat ne kafam güzel ne de sesim buğulu. Şu karalamalar ne yaptığını bilmeyen bir nevresidenin bilinç akışını toparlayamayışını yaldızlamakla tekebbüründen başka bir şey değildir. 
-when the gilded words away, as all, only the pain remains-
    Üstüne kızgın yağlar döken adamları aşçısı yapmış, o surların tepesinde şarap içen meyus bir jeneral gibiyim yine. Çocuksuluğum bile yozlaştı, aciz bir çocukluk... Bütün kazanımların ardında acı kalıyor. Dostlarım olmadığından beri hatırlamıyorum nelerle alay edileceğini nelerinse şayan-ı tazim olduğunu. Oruç öldü; yetişemedim. Sevan ölecek; yetişemeyeceğim. Öleceğim; yetişemedi. anlamıyorum bu insanların aksanını. bu ne kibirdir! Ayşe Sultan öldü, sayfalarım buruştu. Çocuksuluğum sanırım mezarında kaldı onun. Yatmadım dizinde, eğilmesin boynum.
    Tanrı öldü; türbesinde dua ediyoruz her gün, yüzü suyu hürmetine. 


***

    Hayret ve nefret arasında sıkışıyorken ruhu, ikisinin de şemmesi görünmüyordu hâlinde. Yürüyüşündeki aksaklık tanışlarından uzaklaştıkça azalmaya başladı. Boynu eğik kaldı ama kamburu indi. Yüzündeki solukluk bile normale dönmüştü artık dairesine girdiğinde, kendisini görecek kimse kalmadığında, hissetmesi gereken şeyleri hissettiğini ispat edeceği kimse olmadığında etrafta. Hayret ve nefretle eziliyordu ruhu ve bunu kimseciklere göstermeye mecali yoktu. Ne önemi var daireye girerken ayakkabısını çıkartıp çıkartmadığının, hangi ve ne renk koltuğa çöktüğünün, postürünün veya odanın strüktürünün. "Yüzde bir kadar iyileşme şansı var." Lanet olsun doktorlara ve kahrolası tahminlerine. Ne önemi var kadının niçin hastanede olduğunun? Ha araba çarpmış ha kalbi sıkışmış ha yıldırım düşmüş üstüne... Yüzde bir sonuçta. Bir de beklenmedik üstelik! Ölümü hakkında çok önceden haber almış insanları düşündü. Yaşlıları düşündü önce, sonra bi' halt anlamadı yaşlıların kim olduğundan. Askerleri düşünecek oldu, sonra almadı memur aklı. Yeniden çöktü üzerine beklenmedik ölümlerin gussası. Aniden, hiç yeri değilken, sanki senaryonun hilafına -deus ex machina- ölüvermekten korktu. Hayret ve nefretle basıldı ruhu. "YÜZDE BİR!"
    Yukarı döndü gözleri. Gökyüzünden küçük işveler göstermekle yetinen plazasına buğzetti; tavanın buğulu beyazında aradı tanrısını. Şehrin alışıldık arka plan gürültüsü ve gözkapaklarındaki yıldızların kırçıllığının sükunet ve temizliğinde aradı günahını: Ataletini düşündü önce, pek ihtimal vermedi buna. Gazabını tarttı zihninde, cehennemin tanrısını gücendirecek gazaplar bulamadı içinde. Ekul hâllerini hemen geçti zaten. Haset... cümle-i asabiyesi harap olmuştu olmayanlara hasetinden. Peki şehveti, peki tamahı tanrının bizzat ruhuna ilka ettiği aşkından değil miydi? Bu kadar mıydı yani vakt-i merhunu. Ruhunda yanacakları tükenip kül dolu kof bir kovuk mu kalmıştı yani? Arayışının beyhudeliğini fark etti bir an. Kibriydi günahı, tabii ya! Nasıl da cüret etmişti bu hadsizliğe, hem de böylesine! 
    Hışımla kalktı yerinden; möbleler titredi suçunu keşfetmiş bir adamın temizlenmeye şitabının haşmetinden. Her koca adımda daha da açılıyor yüzü ve başka bir hayal geçiyordu gözünden: Artık nevzatları yıkamayacaktı papazlar! Artık günde beş sefer sulamayacaktı azasını imamlar! Sanki bütün dünyanın tekmil günahını tek başına ateşle talim edecekti. 

Sonra defterler
Sonra birkaç sicim benzin
Sonra birkaç salkım alev
ve felah için tanrıya geri yükselen 
            birkaç yumak günah
ve onların sabık bedenleri
            birkaç petek kül



    Telefonu tebşirden emin olarak açtı. Öyle güveniyordu ki duasının kabul olduğuna, temizliğine, yani öyle şaşırmadı ki aldığı habere, neredeyse sevinmeyecekti hattın diğer ucundaki hayret ve şetaret dolu çığlıklara. Başka hiçbir şeye yer bırakmazcasına doldu içine huzur; ne hayret, ne nefret, ne hikaye ve ne de şiir vardı içinde artık. Hazret ve halvetle inbisat etti ruhu.