28 Kasım 2022 Pazartesi

Musahabe-i Aşk

     Kadıköy. Önemsiz bir ara sokak barı. Günden mi, saatten mi yoksa mekânın namından mı bilmem kimsecikler yok oturdukları katta; basit şakalar dönüyor, müzik sesi uzak bir kaynaktan geliyor. Kadın köşede sedire kurulmuş, adam karşısında rahatsız bir taburede hâlinden gayet memnun. İkisinin de aklından geçmemiş daha orta bir masa seçmek, muhtemel yeni gelenlere yer bırakmak nezaketinden mi yoksa işgal isteksizliğinden mi belli değil. 
    Kadın semte de mekâna da daha hakim, bundan olsa gerek rahat duruşu. İlk içkide gündelik işlerden, evvelce anılmış meselelerden bahsedildi; saçının yeni rengi tek cümlede tespit ve takdir edildi.
    Adam her yerde yabancı. Yolu taşradan asla geçmemiş gözlerinin ardında bir şekilde büyük şehre gelmiş bir köylünün girgin merakı ve özgüvenine sahip ruhu. Bu yüzden nevzuhur çehreleri çay dahi içerken içindeki ateşle ısıtabiliyor fakat dostlarıyla yalnızca ikinci içkide paylaşabiliyor aşkını. Âşıklığı teslim edilince düşük cümleler kurarak tasvire girişmesine müsaade edildi:
    "Ben kendi sandalyemdeyim işte yine aynı sersebük duruşumla -o zamanlar pek iyi zamanlar değillerdi, biliyorsun, anmıştım bir başka sohbette ki orda da şekerli kahveler içip "kimi kişilerden" konuşmuştuk- karşımda -şöyle çapraz düşün, aman ayağına dikkat- genişçe bir masanın, belki beş altı kişi varız, önemsiz olması gereken bir kenarı, ki yuvarlaktan bir taneydi, zat-ı şahanesince süslenmiş, önemlenmiş, kibirlenmiş; sanki sandalye sandalyelikten kurtulmuş, çünkü bak dinle: hafif kaykılmış bir postürü vardı, başının umursamaz dikliğine hafif tenakuzu pek münasipti, yani zerrece tenezzül etmezdi efendim naza, işveye; isminden nefes almış dalgalı saçları vardı, güzelcene örtmüştü kulaklarını, her parçası karar verilmiş, işlenmiş gibiydi imanım -Monet de yanmış bir başka illetten de küllerini dizmiş sanki üst üste-; aman ustam, kül demişken 'hayaldendi!' diyorum, hayaldendi kaşları inan, her muyine bir ayet hat çekmiş Fikret -aman ben de kaptırdım kendimi, affet-. ekose bir gömlek üstünde -hani gün kış günü, üşümesin diye kalınından- içinde bir atlet var, bildiğin atlet ama en yalınından! görsen inanmazsın da söylesem dinlersin: kalktı çıkardı üstündeki gömleği, astı efendim saldalyaya! oldu mu sandalya benden memnun, çaktı mı zihnimde iki şimşek mısra marangozuna..."
    "Bırak marangozu şimdi sen; ne oldu, ne gördün sonra?"
    "Bir halt olmadı da ben gördüm efendim: ağır ağır sesinin gülüşlerinde incelişini gördüm, yuvarlacık yüzünün ibtisamını gördüm, o sırada ufarlacık burnunun kırışışını gördüm; gördüm ki hâlen de görmekteyim."

    Nefes aldı kadın. Yorulmuşlardı. Tabağındaki türünü anlamadığı peynirden bir parça aldı. Utanıyordu ama mecburdu. Gözlerini zeminden güç bela masaya kaldırdı önce. Sonra kısa bir süre adama doğrudan baktı ve sordu: "Neden? Nasıl?" Adamın şaşkın ifadesiyle devam etti sormaya: "Neye âşıksın böyle? Bunca görünmezler ve görünmemişler içinde neye müteveccih ki senin şiddetin? Anlamıyorum..."
    Bir an kırıldı adam. Kendisine güç verecek bir fikir aradı, sohbetin ruhuna münasip bir tane bulamadı. Sonra görecek oldu bir an okyanusa karışma hasretiyle kilometrelerce uzanan bir sahil gibi ruhunu. En nihayetinde kumdu, kırılsa ne yazar? Bu hayalle doğruldu boynu. Fikirlerini saatler süren birkaç saniye tartıp taktir etti: "Hiçbir şey yok ki gördüğümde aşkıma herhangi bir şekilde halel getirebilsin." Sonra çocukluğu baskın geldi yine de ve lafı uzatmaya başladı: 
    "Sen nelerinden bahsedebilirsin bana maşukunun, seni ona âşık eden? Küçük huyları mı, geçirdiğiniz güzel zamanlar mı, ince beli mi, karışık sakalı mı, güzel göğüsleri mi, vakur duruşu mu, terbiyeli oturuşu mu?.. En pür bir sevmeyle seviyorum ben. Çünkü ulviyetten bütün merdudiyetime rağmen görmediğim şeyleri de sevebilirim ben."
    "Peki nedir bunun kaynağı?"
    "Onun cevabı şiirlidir, şuurlu bir cevap veremem, bağışla! Fakat inandığım birkaç şeyden bahsedebilirim yine de. Evvela insan olmak! Gülme yahu, tabii ki bununla alakalı aşk da, diğer her şey gibi. İnsan olmaya çalışıyoruz, biz, benim 'insan' demeye erinmeyeceğim insanlar. Lakin hayli zor bir meşgale bu, hiçbirimiz tam bir insan olmayı başaramıyoruz. Doğumumuzdan itibaren kazılı bu bizim dünyayı algılayışımıza ki kendimiz kendimize yetemiyoruz."
    "Yetersizlik kompleksi? Istılah mı türeteceksin yine." dostane dialoglarını vurgulayan sırıtışıyla.
    "Yok." diye devam etti adam, "Bu sefer değil, çünkü her beşerde olduğunu iddia edeceğim bir haslet bu; öyle kimilerinde bulunan bir nevi illet değil. Prematüre doğar insan evladı, bilirsin, öyle fark etmemiş gibi doğuran kısraklar misali değil böylesi sancılı doğrum yapmamız bununla ilgili -aman şimdi bana biyoloji anlattırma-. Fakat o kadar radikal bir etkisi var ki bunun insan için! İlk birkaç sene, o da en azı, anneye doğrudan bağımlı yaşıyoruz her birimiz. Beynimizin ilk geliştiği, idrakimizin iptida ettiği yıllarda maderle müşterek yaklaşıyoruz etrafa. Tek başına hayatta dahi kalamayan canlılarız ve, aslına bakarsan, bu yetişkinliğe eriştiğimde dahi değişmiyor. Yetişkin bir insanın vahşi doğada hayatta kalması bir bebeğin ev şartlarında hayatta kalmasıyla aynı zorlukta neredeyse! Yekdiğerimize canımızla muhtacız. Öyle Batı'dan duyduğum 'Anne babasından zamanında gerekli takdiri görmemiş insanların gelişimini tamamladıktan sonra da duygusal olarak harici bir validasyona muhtaç kalmaları ve bütün hayatlarını bu ihtiyaç etrafında teşkil etmeleri' gibi bir anlatı değil asla bu! Evet, belki en literal anlamında bu da bir travma -zira hatırla, doğrudan 'cerh, yara' demektir travma- fakat bu iyileşmesi için çabalayacağımız, merhemler fülan hazırlayacağımız bir ceriha değil; kulak ve burun boşluklarımız gibi tıynetimize içkin ve değişmeyecek bir boşluktur. 
    "Ayrıca mecburiyetleri bir kenara koyarsak da insan, yalnızca hayatta kalmak için değil, insan olmak için de diğerlerine muhtaçtır. Bizi hayvandan ayıran özelliğimiz lisansa, mevzu o lisanın mevcudiyeti değil gayesidir. Yani insan yalnızca 'konuşan hayvan' değil, 'iletişim kuran, anlaşan ve toplaşan hayvan'dır. Yalnız bu sayede bir toplamdan ibaret olmayıp bir toplum teşkil eden kümeler oluşturabiliriz. Lisanını girift fikirler tesis edip bunları muarızıyla tartışmak için kullanmayan, bir sosyete oluşturup yine kompleks yapılar yaratmayan kişiler vazifelerini yerine getirmemektedir. Öyleyse diyoruz ki fert, tek başına insan dahi olamaz."
    "Güzel konuştun hümanist, de, bunun ne ilgisi var senin aşkının garipliğiyle?"
    "İşte benim gibi hayatının birincil amacını 'insan olmak' kabul eden biri için bunun çok müessir sonuçları var! Âşık olma işini karşımızdakini bizim zaten sahip olduğumuz bazı kalıplara sokuşturmaya çalışmak ve bir kimse aşağı yukarı oturunca da onun doğru kişi olduğuna inanmak olarak görmüyorum. Bir tam oluşturmaya çalışan iki eksik, avare avare dolanırken bazen birbirlerine tesadüf ederler. Ve bazen, tanrımın hikmeti, birbirine, veya biri birine, âşık oluverirler. İşte o kadar! Öylece oluverir bu iş."

    Bir süre hiç konuşmadan bakıştılar. Sonunda kadın dostunun anlatısının garabetini şirinseyen fakat yılgın bir edayla tarizkar bir laf etti, adamsa bıçkın ve mağrur bir çocuksulukla tek kelime bir cevap verdi ve konuyu değiştirdiler:
"Dada!"
"Küfür!!"




26 Kasım 2022 Cumartesi

Hürriyet Şiiri

Uzun ve kısa yollar var hürriyete
Hepsi hazandan geçer
Kuruluklar ve çalılıklarla etrafta 
Hepsi adından geçer

Uzun ve kısa yollar var hürriyete
Kimisi bir ikrardan ibaret
Bir iknaya bağlı; veya bermutat
Kimisi bir inkarla garabet

İniş ve çıkışlı yollar var hürriyete
Sen heykellerde ara
Ben peşindeyim mısra be mısra
Rastlamayacağız emsaline

İniş ve çıkışlı yollar var hürriyete
Kimisi derinlerden de derinde
Parlamaya gelmekte Güneş de işte
Yükseklerse onculayın harikulade

Muvakkat ve müebbet yollar var hürriyete
Çantasıyla bir kör
Bînâları çiğnemekte, tamahkâr, topuklu
Hayide bir defter

Muvakkat ve müebbet yollar var hürriyete
Bitmemiş bir şiir misali elinde fragmanları
Bana olmamış bir hakikatten bahsetme 
En ıssız çöllerde gördüm en âlâ hıramanları 





23 Kasım 2022 Çarşamba

Tesadüf Şiirleri

     Evet, kaynatasızlar, Bebek'ten benzin, Kadıköy'den puro bulup iki şiir okudum, yarım tane de yazdım. Aşiyan'a tesadüf edince utandım kendi yazdıklarımdan, o yüzden bugün iki yarım şiir okuyacağız Fikret'ten. Türkçe'den Türkçe'ye tercümeye elim varmadığı için sadece "önemli" kısımlarını alacağız fakat şiddetle tavsiye ederim bu Tesadüf şiirlerinin tamamını okumanızı:


İkinci Tesadüf
...
...
Sema bulutlanıyorken, onun civarımdan
Güzarı böyle soğuk bir yabancı tavrıyla
Bütün kararımı kafi görünürdü tadile...

Dedim ki: "İşte hakikat bu, hep kusuru yalan;
"Değil garam-ı heves-perverane mutadım,
Bu didelerde, fakat, bir nigah-ı aşk aradım!"

    İçinizden lügatsız olanlar için: "Etrafımdan böyle bir yabancı gibi geçmesi bütün fikrimi değiştirdi. Dedim ki 'Senden başkası yalan. Öyle hoppa bir âşıklık alışkanlığım yoktur ama o gözlerinde bir parça sevgi aradım, inan!'" diyor kabaca. Şahsi hezeyanlarımı derc etmeden önce bir yarım şiir daha:


Son Tesadüf
...
...
Önümde birden ufuk sanki inşikak etti:
Refiki bir sarışın gence ittika ederek
O geçti: Süslü, şetaretli, nazlı, şuh, melek!

Evet, o geçti, o hem bakmadan geçip gitti;
Güneş de, şimdi açılmış ufukta hande-nüma,
Eder gibiydi uzaktan benimle istihza...


    Okuyucuları zorlamamak için arz etmediğimiz bu şiirin ilk kısmınında Fikret, bizim merhametimize hiç tenezzül etmeyip müthiş bir eylül manzarası çiziyor. Hakikaten asırlık bir aşkla ve genel olarak hissiyatla böylesi bir paralellik kurması kendi hayat-ı âşıkamın, hem kendi ünikliğime halel getirmesi hem de yalnızlığıma deva olması hasebiyle emsalsiz bir tedhiş sebebi. 


    Bu kadardı. Belki başka şairlerden parçalar koymaya ve hakkında iki kelime etmeye devam ederim ara ara ama ya beğenmiyorum şiirleri ya da beğendiğimde hasetim mani oluyor paylaşmama. Buluruz bir orta yolunun illa.



Musahabe-i Sanat

    "Hayır, beyler, hayır! Müsaade ediniz biraz olsun toparlayayım lafı. Evvela mutabık olmamız gereken bir unsur var: Sanatın güzellikle hiçbir ilişkisi yoktur!" Muhataplarının ettiği iddialı lafı sindirmelerini beklerken derin bir nefes daha aldı ve sakince izin verdi dudaklarının arasından geri süzülmesine. Şiddetle itiraz etme güdülerini tekmil nezaketleriyle izhar eden dostlarını aynı üslupla reddettikten sonra devam etti tartışmasına:
    "Sanatkârın amacının güzellik olması nasıl mümkün olabilir ki? Bir klasik dönem ressamının eserlerinde bir bedaat, bir ihtişam, belki şaşaa veyahut malihulya vesaire vesaire bulunabilir elbet fakat gerçekten bunlarla ilgili midir o eseri sanat yapan unsurlar? L'Ange Déchu'de bizi çarpan Lucifer'in cemali midir hakikaten, veya Cabanel'in onu ne denli güzel resmettiği? Hayır, böyle olmasa gerek." 

    "Fakat niçin böyle olmasın, kuzum, güzelin peşindeki serüvendeki adımlarımız değil midir sanat?" diye araya girdi Vav, "Güzeli bulmaya, elimiz yetiyorsa onu yaratmaya ve yeniden yaratmaya çalışıyoruz yalnızca." 

    "Sorun şu ki bu yaratım meselesinde dahlimizi hadsizlik hâline sokuverecek bir rekabet mevcut!" diye yeniden ele aldı sazı Nun. Ettiği lafın bir anlam ifade etmeyecek kadar süslü olduğunu fark edip izaha girişti derhal: "Tutalım ki güzelliğin peşindeyiz. Ve diyelim ki 'Güzel, insanın kendisine mâil olduğu şeydir', yani ki tanım gereği insanı kendisine çeken, kendisiyle hemhal olma dürtüsü yaratan eşya güzeldir. Biriniz çıkınız da bana şu kızın tebessümünden daha güzel bir nesne gösteriniz!" Masayı sahiplenen bir postür, meydan okuyuşunda zerrece mecaz bulunmadığını belli eden bir kararlılık ve nezahetle, letafetle, hatta belagatle donanmış bir işaret ediş arz ediyordu Dal'e doğru. Kızcağız bu beklenmedik teveccüh karşısında utanç ve şaşkınlıkla gülümsemiş bulundu ve daha da güvenlendi Nun. "İşte şu gözlere bakınız, gören gözlerinizle, siz ey ehl-i şiir ü resim! Bunların kısılışını istediğinizce tasvir edininiz, ben mısralarca anlatayım bazılarınızla ve bazılarınız tuvallerce replike etsin; bundan, yani bir replikasyondan başka nedir ki başardığımız, yarattığımız? Hâlık-ı ecmel yaratmış işte en güzelini, bununla boy ölçüşemeyiz! Öyleyse, diyorum ki, Tanrı'yla aşık atmaktan ibaret olan güzellik yaratmak ve tüketmekle ilgilenmeyelim. Müsaade edin sanat, 'insan olmak' ile alakadar olsun! Ben Dal'in parmaklarından okuyayım beni daha insan yapan satırları ve siz bir başkasının nefret dolu bakışlarında arayın aynısını."



Devam edebilir...
ama söz vermiyorum :P

11 Kasım 2022 Cuma

"Yazıyor Yazıyor!" Je t'aime

Je t'aime

Je t'aime pour toutes les femmes que je n'ai pas connues
Je t'aime pour tous les temps où je n'ai pas vécu
Pour l'odeur du grand large et l'odeur du pain chaud
Pour la neige qui fond pour les premières fleurs
Pour les animaux purs que l'homme n'effraie pas 
Je t'aime pour aimer
Je t'aime pour toutes les femmes que je n'aime pas

---

Je t'aime pour ta sagesse qui n'est pas la mienne
Pour la santé
Je t'aime contre tous ce qui n'est qu'illusion 
Pour ce coeur immortel que je ne détiens pas
Tu crois être le doute et tu n'es que raison
Tu es le grand soleil que me monte à la tête
Quand je suis sûr de moi.

-Paul Èluard

    Emin'in biyografi okumayı reddedip şairi parça parça şiirlerinden tanıma çabasının bir bölümüne daha hoş geldiniz efendiler. Bu sefer tercüme yok, çünkü Türkçe duyuluşunu beğenmedim: Èluard'ın 54 yaşında, ölümünden 2 yıl evvel, yazdığı şiirde sahip olduğu selasete veya suhulet-i beyana sahip değilim şu 20 yaşımda, Türk başımda. Herhalde bir yirmi sene daha da kimse bana "Seni tanımadığım tüm kadınlar için seviyorum" diye bir mısra yazdıramaz şu lisanda. 
-Bu yazıyı daha memnun olduğum bir hâle sokmak için şiirin bir analizini okurken şairin esin kaynağının (gavurların "muse" dediği, Lâtincesi de bir de büyük harfle "Musa" şeklinde yazıldığı için zamanında benim cahil aklımı çok karıştırmış olan ve bizdeki karşılığı "ilham perisi" olan muhabbet) kendisinden 19 yaş küçük olan eşi Dominique Èluard olduğunu öğrendim, bu öğrenişten hiç de memnun kalmadım. 21. yy beynim anakronist ahlaki yargılamalarda bulunmadan edemiyor.-

    Neyse efendim, Türkçede replike etmekten içtinap ettiğim, bu şiirin tamamına sirayet etmiş olan sevme biçimi şu günlerdeki hâlet-i âşıkama* o kadar münasip düştü ki pek müteessir oldum. Hiç büyüklenmeyen, tekliften uzak, beylik laflardan kaçınan ve çocuksu bir safiyete sahip bir sevmedir bu. Bu sevme o kadar pürdür ki ben maşukamın saçlarına sinmiş denizin kokusunda görürken bunu, Èluard açık denizlerin rayihası için sevmektedir. Ve hemen ardından benim erişmeye can attığım bir olgunluk, kendinden eminlik sergiler Èluard: Sıcacık bir ekmek kokusu için sever. İşte bu şekilde, ben olsam Galata'daki bilmem kaç yıllık meşhur bir simitçiyi anarak bahsedeceğim kadar vıcık vıcık bir aşka sahip kendisi ve bundan hiç de utanır gibi değil hali. Bu günlerde pek sık bunun hakkında düşünür ve konuşur oldum sahiden: Utanmalı mıyız sevgimizden? Bunun cevabını henüz bilmesem de ilk kıtanın bitişine ne kadar şiddetle katıldığımı biliyorum: "Seni, sevmek için seviyorum" L'amour pour l'amour!

    Dominique'ten falan bahseden analizleri bir kenara koyup elimizdeki şiiri tek başına incelemeye devam edelim: "Senin, benim olmayan hikmetin için seviyorum seni/ Sıhhat için!". Efendim müsaade buyurun da burada aklıma daha geçen yazılarda anmış olduğumuz yalandan hayatta kalma çabası gelsin. Dışarıdan saçma sapan duran, özünde de daha âkılane olmayan, kimi davranışlarım için dostlarım bana soran bakışlarla baksın, ben de bu mısraları düşünüp "Yaşamaya çalışıyorum birader, sen söyle başka ne yapayım?" diyeyim. Bütün bunlar daha iyi, daha sağlıklı bir yaşam için. Ve devam ediyor Èluard tercümanlığıma "Seni bir yanılsamadan ibaret olan tüm bu şeylere rağmen seviyorum." Elhak! Tecrübe edemedik Mülhime'nin dişlerinin cömertliğini fakat bunun bir yanılsama oluşu ne gerçekliğine ne parmaklarının şiirdenliğine mani! Kimse bana gerçeklikten söz etmesin; yalnızca âşıklar görür. Biganelerse bir âşık gibi ne iman ne de küfredebilirler. 

    İlerleyen satırların üzerimdeki tesirinin sebep ve mahiyetinin şahsiliği ne yazık ki bu kadar umumi bir mecrada yayımlanmaya müsaade etmiyor. Bunlara dair şifahen hasbıhal arzusunun ecri de bir iki bira parası kadar düşünülebilir.




*Yine hizmette sınır tanımıyor, Türkçe'nin sınırlarını zorlamadan duramıyoruz! Şu günlerde pek hatırlanmayan eski bir gelenekle "meleke adı" yapan bir türetim şekli kullanıp "insanın içindeki âşık olmasına imkan veren şey" anlamında "âşıka" kelimesini arz ediyoruz efenim. Bu türetim şekli natıka, muhayyile ve sair örneklerde görülebilir.






8 Kasım 2022 Salı

Ümitvarem - Je ne suis pas seul

     Bu şiiri direkt Mülhime'nin elinden gördüm. O zamanlar, son üç mısraına dek, tümden yabancıydı bana, hiç anlamamıştım; şimdiyse biraz daha eriyor aklım. Evvela şiirin kendisini bırakalım:


Je ne suis pas seul

Chargée
De fruits légers aux lèvres
Parée
De mille fleurs variées
Glorieuse
Dans les bras du soleil
Heureuse
D'un oiseau familier
Ravie
D'une goutte de pluie
Plus belle
Que le ciel du matin
Fidèle

Je parle d'un jardin
Je rêve

Mais j'aime justement.

-Paul Éluard

    Öncelikle söylemem gerek: bu şiirin sonunu uzun zamandır pek çarpıcı buluyorum. Kendim söylüyormuşum gibi hissettiren laflar "Bir bahçeden bahsediyorum/ Düşlüyorum/ Fakat yalnızca seviyorum" Fakat yine kendi önüme geçiyorum; müsaadenizle ilkin beni kendi tercümeme zorlayan, 
karşıma çıkan Türkçe çeviriyi arz edeyim:


Yalnız Değilim

Dudakları yumuşak meyvalarla dolu
Bin türlü çiçekle donanmış bakar 
Güneşin kollarında ağır edalı
Tanıdık bir kuşla hemen sarmaş dolaş 
Tek yağmur damlasıyla hemen de mutlu 
Tanyerinden daha güzel cana yakın 
Daha sadık vefalı
İşte size bir bahçe işte size bir rüya 
Seviyorum gene de
Seviyorum dosdoğru erkekçe 

Çeviren: A. Kadir

    Şimdi, çevirmene tüm saygılarımızı sunduktan sonra sormaya başlayalım: Ey kadirşinas okuyucular, siz ilk nazarınızda inanır mıydınız bu çevirinin yukarıda arz ettiğim şiirden yapıldığına? İnanıyorum ki okumaya başlamadan hemen önce yalnızca kâğıt üzerinde mürekkep lekeleri olarak göründüğü hâliyle dahi şiir bize bir şeyler anlatmaya ya da en azından bir anlama sahip olmaya başlar. Şiirde büyük harf küçük harflerin seçimi, noktalama, satır atlamalar ve bu satırların uzunlukları gibi unsurlar yalnızca okuyucuya o yazıyı nasıl telaffuz etmesi gerektiğini anlatan işaretlerlerden ibaret değildirler. Hayır, bunlar şiire içkin unsurlardır. (Bu noktada Nâzım'ın Moskof yolunda, daha Kiril harflerini dahi okuyamadığı hâlde, tesadüf ettiği Mayakovski'nin bir şiirinin formundan etkilenip yazdığı söylenen "Açların Gözbebekleri" şiirini hatırlamak gerek diye düşünüyorum.) Dolayısıyla iddiamız eldeki şiiri Türkçe-söylemek değil de tercüme etmek ise bunlara saygı göstermek durumundayız. Ayrıca çevirmen öylece vahiy alır gibi kelimeler sıkıştıramaz şiire. Her eklediği ve çıkardığı için hesap vermek durumunda hissetmelidir kendisini şaire. Otomatik yazı misali "otomatik tercüme" gibi bir deney yapmıyorsak her hamlemiz hesaplı, her çizgimiz bilinçli olmalıdır. Bunları söyledikten sonra kendi hadsizliğimi de arz etmek ve üzerine, tuttuğum yönteme ve birkaç şeye daha dair, birkaç laf etmek niyetindeyim: 


Yalnız Değilim

Yüklü
Dudaklarında hafif meyvalarla
Süslü
Bin muhtelif çiçekle
Muhteşem
Kolarında güneşin
Mutlusu
Aşina bir kuşun
Mesrur
Yağmurun tek damlasıyla
Daha güzeldir
Sabah semasıyla kıyaslansa
Emindir

Bir bahçeden bahsediyorum
Hayal ediyorum

Fakat yalnızca seviyorum

Tercüme eden: Oğuz Ç.

    Evet, bu yazı bir şiir analizi hüviyeti taşımadığı için çok daha teknik hassasiyetlerimden bahsetmek niyetindeyim; belki başka bir gün şiirin ne hissettirdiğine dair, biraz da kendi manzum laflarımla süslenmiş, bir yazı yazarız. Öncelikle "léger" kelimesini doğrudan "hafif" diye çevirmem biraz ucuz hissettirmedi desem doğru olmaz fakat "yumuşak" demekten yeğ olduğuna kaniyim. Şairin ankasdin bu kadar geniş bir kelime kullandığına inanarak benzer tarik tuttuk. Bu mısrada bahsetmek istediğim başka bir unsur "meyve" kelimesinin bu standart dışı versiyonunu tercih etmek. Burada amaç "dudaklarında" lafının kalın ünlülerle başlattığı sadayı birkaç hece inceltip sonra yeniden tesis ederek sese bir hareket sağlamaktı. Bu kabilden hesapların lüzumuna ve mahiyetine dair fikirlerim zamanla değişebilir.

    "Bin muhtelif çiçekle" kısmının Türkçede biraz kısa kaldığını düşünsem de münasip kaynaklardan ek kelime uydurmaktansa okuyucunun ilk kelimeyi bir nevi medle okumasını ummak daha uygun sanırım. Bunu takip eden birkaç mısrada aradığım aliterasyonun açık olduğunu sanıyorum. Her ne kadar bunu vuzuh-i ifade rağmına yaptığım iddia edilebilecek de olsa böyle bir tarizi kabul etmem; şairaneliktir efendim, olduğuna inanıyorum böyle züppeliklere cevazımın. 

    Benzer bir arayışı "Yağmurun tek damlasıyla/ Daha güzeldir" kısmında görebiliriz zira okuyucudan "Daha" kelimesini tek ve uzun bir hece olarak telaffuz etmesini bekliyorum. Terkine ne kudret ne de sebep bulabildiğim bir ritim beklentisi var vicdanımın ve elime fırsat geçtikçe böyle küçük küçük tatmin etmekten memnunum bu hissi. 

    Son notumsa şiirin sonunda "Hayal ediyorum" mu yoksa "Düşlüyorum" mu denmesi gerektiğine dair. Emin değilim. İlkinin anıştırdığı ahenk hoşuma gitse de sanırım doğrusu ikincisinin saflığı, zira konuya daha muvafık olur böylesi: Hiç lüzum yok kelimelerle kirletmeye; seviyorum, seviyorum safi.








5 Kasım 2022 Cumartesi

Les Yeux d'Aragon

Elsa'nınkilerden daha derindir
Aragon'un gözleri






Pour Vivre Ici / Burada Yaşamak İçin

    Mülhime'den aşırdığım bir kitapla uğraşıyordum akşam: Paul Éluard Poèmes, gayet basit bir tesmiye. Daha ilk sayfalarında bulunan 1918 tarihli bu şiir hoşuma gitti, ben de daha iyi aklımda kalsın diye yalap şap Türkçe'ye çevirdim. Éluard'la şahsi bir münasebetim olmadığı için lisanına hususi bir saygı göstermedim, "Şöyle desek Türki'de daha hoş duyulur." düşündürten yerlerde öyle diyiverdim. Belki alışırsam daha sık yaparım böyle çevirileri ama daha düzgün, şairi daha iyi anlamış tercümeler olması için evvela bir biyografisini okumam gerek kendisinin ve Fransızlar edip biyografisi yazarken kendileri de bir şairanelik peşine düşüp kariini çok yorabiliyorlar. O yüzden en azından İngilizce'ye çevrilmiş bir biyografi bilen varsa yazsın efendim. Neyse, şiire geçelim:


Pour Vivre Ici

Je fis un feu, l'azur m'ayant abandonné,
Un feu pour être son ami,
Un feu pour m'introduire dans la nuit d'hiver,
Un feu pour vivre mieux.

Je lui donnai ce que le jour m'avait donné:
Les forêts, les buissons, les champs de blé, les vignes,
Les nids et leurs oiseaux, les maisons et leur clés,
Les insectes, les fleurs, les fourrures, les fêtes.

Je vécus au seul bruit des flammes crépitantes,
Au seul parfum de leur chaleur;
J'étais comme un bateau coulant dans l'eau fermée,
Comme un mort je n'avais qu'un unique élément.

Paul ÉLUARD 


    Önce bahsedelim biraz şiirden, en son da Türkçe hâlini paylaşırız: Terk edilişin ardından bir ateş yaratıyoruz. Burada bir ilişkinin bitişi kadar süfli bir terk edilmenin kastedildiğine inanmıyorum; aksine, mavi'nin yani ki göğün, semanın ve semavi "nesne"lerin yitirilişi mevzubahis. Terk edilmiş değil, göklerde kendisini koruyacak melekler görememekle yalnız bırakılan insanlarız. Güneşin bizi koruyucu, babayani nazarını kaybettiğimizde kendimizi içinde bulduğumuz ayazın, kışın gecesinde hayatta kalma derdindeyiz ve işte tam da bu derdin çaresi sadrımızda yaktığımız ateş. İşte bu yüzden böylesi hevesliyim ateşimi paylaşmakta. İkimizi birden kurtaracağım geceden, dostun olmakla. İlk kıtanın sonundaysa bu hayatta kalma mücadelemizin kurmacalığının küçük bir itirafı saklı: Ateş sönse de ölmeyiz aslında, atmaya devam eder kalbimiz. Ama öyle yaşamaktansa ateşe her şeyimizi vermeliyiz!

    İkinci kıta bundan bahsediyor işte. "Her şeyimi verdim ona, gün bana ne verdiyse" gibi bir başlangıçla kastedilen, güneşin Güneş olduğu zamanlarda bize sıcak tebessümüyle bahşettiği şeyler: Doğada bulduğumuz ormanlar, çalılar; bizim yarattığımız bağlar, tarlalar ve diğerleri... Çünkü çok daha mülevvendi dünya, renklerin bizim ışığın farklı dalgaboylarına verdiğimiz lalettayin atıflar olduğunu öğrenmeden önce. Öyleyse bir an evvel elimizde Güneş hâlâ gülümserken edindiğimiz ne var ne yoksa sunmalıyız o ateşe, sönmesin diye. 

    Son kıta yine bir itiraf, aslında basit bir tarif taşıyor: "Yaşamak"tan ne anlıyorsak bu ateşin çıtırtıları altında, onun hararetiyle yapıyoruz. Fakat biliyoruz ki gece üstümüze kapanmaya devam ediyor ateş sönüştükçe. Elimizde yalnızca o var; tek sahip olduğumuz o kendi yarattığımız ateş. Ne hoş...

    

Burada Yaşamak İçin

Bir ateş yarattım mavinin beni terkiyle
Bir ateş, dostun olmak için
Bir ateş, beni kışın leyline sunsun diye
Bir ateş, bihter yaşamak için

Gün bana ne vermişse verdim ona:
Ormanları, çalıları; buğday tarlalarını, bağları,
Yuvaları, kuşlarıyla beraber, ve evleri, anahtarlarıyla,
Böcekleri, çiçekleri, kürkleri ve düğünleri.

Çıtır çıtır ateşlerin sesiyle yaşadım safi
Hararetinin ıtrıyla safi
Kapalı sularda süzülmekte bir kayık gibiydim
Bir ölü gibi tek bir unsurum vardı safi.

Tercüme eden: Oğuz Ç.




4 Kasım 2022 Cuma

Sallantıda umudum

     Puromun yarısını ben, yarısını ruzgar... "Hıyaline direm, hıyal için" Ruhuma cesaret ilham eden, istemeden, kaşların için.

    Tam mevsimindeyiz; en geçişlilerinden renklerle bezeli ağaçlar, kimiyse erkenden bırakmış hayatın peşini. Böyle iki tanesini görüyorum işte: Biri neredeyse memnun ve mağrur gibi ölümüyle, kavien karşımda dikilmekte. Onun, kökenlerini müdafaa eden ahfad gibi sorumlu yaprakları; artık her biri yaşını başını almış, kimisi farklı memleketlere taşınmış fakat vefayla yapışık ve racidirler köklerine. Payelerinin ve vazifelerini ifa etmelerinin kabarık göğsüyle süslüyorlar gözlerimi. İla ahirihi...

    Diğer ağaçsa sonuna dek yalnız; iki üç bıkkın yaprağı kalmış ya kalmamış. Bu ne vefasızlıktan, ne de terk edişlerin karşı konulamaz cazibesinden; hayır, bu yalnızca doğanın ve bizzat yaşamın elim gerçeği olan ölümden naşi... Onu kimse terk etmedi. Yalnızlığı kötü karakterinden, kara talihinden, çekilmezliğinden veya ağyarın cevrinden ileri gelmedi. Yalnızlık ömrüne içkindi, o da zamanı gelince o uzletgaha sakince vardı. Peki farkı neydi ilk ağaçtan da bunlar o diğerinin başına gelmediydi? Hafif gözlerimi kıstım, ürkütmekten ürken adımlarla yaklaştım, iki ağacın arasında uzanmış irice bir köpeği rahatsız etmeden yakından baktım: Farklılardı, yalnızca farklı.

    Hazanda erken terk edilen bir ağacın diğerinden ayrımı, yalnızca farklı olmasına bağlı.


---


    Dilimde yalnız size yönelik nefrete müsaade var: KAHROLASI İNANMAZLAR!.. Yürüdüğünüz kapkara, maden karası yolları mil diye çekin gözlerinize, eğer göremiyorsanız âlemdeki mucizeleri her zerrenizde. Olası en gayri şairane, sanatkârane biçimde kesin kulaklarınızı, utanın benzediklerinizin huzurunda; eğer duyamıyorsanız şu mukaddes dinletinin ritmini her nabzınızda. Yere batsın ilminiz fenniniz, size gökleri aştıran (!), eğer yegane gayesi peşinden koştuğunuz milyonları milyara tağyirse. Utanın, artık uyanın da utanın çünkü çoktandır erteliyorsunuz bunu, tanrımı anmadan cesaret ettiğiniz her izahatta. Rahat bırakın o valide-i mukaddeseyi eğer sigarlarınızı titrek ellerle yakıyorsanız hâlâ, bu yaşta?! Huzura salın valid-i muhteremi eğer metalleriniz bukağılarınızı daha kunt yapmaya alaşıyorsa yalnızca...


    Bu evleri bırak, azizem, bunları da... Gül, ne olursun, şakalarıma, çünkü ben şaklabanların en şairiyim. Babamdan öğrendim; ben var olmayan sokakların bilgisine sahibim. Kaskatlarda polisten kaçtım, yakalandığımda ıslak küfürler yedim hapşırıklarım diner dinmez. Öncesinde sırama saygı duyuldu tabii.

    Yine tükeniyorum, azizem; çakmağımın benzini bitti, ver ellerini!


---


    Ne utanç ne inanç ne de başka bir şey artık. İradem tükenirken adelelerim çıtırdıyor. Görmeden tepe taklaklığımı sırıtıyorum sahtelikler, olmamışlıklar içinde. Atlas'a öykünürken, son sefer olması korkusuyla, bitiyor sabrım. Sallantıda umudum.