Mülhime'den aşırdığım bir kitapla uğraşıyordum akşam: Paul Éluard Poèmes, gayet basit bir tesmiye. Daha ilk sayfalarında bulunan 1918 tarihli bu şiir hoşuma gitti, ben de daha iyi aklımda kalsın diye yalap şap Türkçe'ye çevirdim. Éluard'la şahsi bir münasebetim olmadığı için lisanına hususi bir saygı göstermedim, "Şöyle desek Türki'de daha hoş duyulur." düşündürten yerlerde öyle diyiverdim. Belki alışırsam daha sık yaparım böyle çevirileri ama daha düzgün, şairi daha iyi anlamış tercümeler olması için evvela bir biyografisini okumam gerek kendisinin ve Fransızlar edip biyografisi yazarken kendileri de bir şairanelik peşine düşüp kariini çok yorabiliyorlar. O yüzden en azından İngilizce'ye çevrilmiş bir biyografi bilen varsa yazsın efendim. Neyse, şiire geçelim:
Paul ÉLUARD
Önce bahsedelim biraz şiirden, en son da Türkçe hâlini paylaşırız: Terk edilişin ardından bir ateş yaratıyoruz. Burada bir ilişkinin bitişi kadar süfli bir terk edilmenin kastedildiğine inanmıyorum; aksine, mavi'nin yani ki göğün, semanın ve semavi "nesne"lerin yitirilişi mevzubahis. Terk edilmiş değil, göklerde kendisini koruyacak melekler görememekle yalnız bırakılan insanlarız. Güneşin bizi koruyucu, babayani nazarını kaybettiğimizde kendimizi içinde bulduğumuz ayazın, kışın gecesinde hayatta kalma derdindeyiz ve işte tam da bu derdin çaresi sadrımızda yaktığımız ateş. İşte bu yüzden böylesi hevesliyim ateşimi paylaşmakta. İkimizi birden kurtaracağım geceden, dostun olmakla. İlk kıtanın sonundaysa bu hayatta kalma mücadelemizin kurmacalığının küçük bir itirafı saklı: Ateş sönse de ölmeyiz aslında, atmaya devam eder kalbimiz. Ama öyle yaşamaktansa ateşe her şeyimizi vermeliyiz!
İkinci kıta bundan bahsediyor işte. "Her şeyimi verdim ona, gün bana ne verdiyse" gibi bir başlangıçla kastedilen, güneşin Güneş olduğu zamanlarda bize sıcak tebessümüyle bahşettiği şeyler: Doğada bulduğumuz ormanlar, çalılar; bizim yarattığımız bağlar, tarlalar ve diğerleri... Çünkü çok daha mülevvendi dünya, renklerin bizim ışığın farklı dalgaboylarına verdiğimiz lalettayin atıflar olduğunu öğrenmeden önce. Öyleyse bir an evvel elimizde Güneş hâlâ gülümserken edindiğimiz ne var ne yoksa sunmalıyız o ateşe, sönmesin diye.
Son kıta yine bir itiraf, aslında basit bir tarif taşıyor: "Yaşamak"tan ne anlıyorsak bu ateşin çıtırtıları altında, onun hararetiyle yapıyoruz. Fakat biliyoruz ki gece üstümüze kapanmaya devam ediyor ateş sönüştükçe. Elimizde yalnızca o var; tek sahip olduğumuz o kendi yarattığımız ateş. Ne hoş...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder