20 Eylül 2023 Çarşamba

Temme Harfü Te

     Tamam tamam, temme!


küsuf: Güneş tutulması ve

husuf: Ay tutulması. 

kifaf: Lügat'te "Yaşamaya yetecek kadar rızık" denmiş. Muhit de "nâsa ihtiyacı keff ve meneyleyecek kadar rızık ve maaşa ıtlak olunur" demiş. Kifafı nefs olarak kullanılıyor daha çok.

kata: Sami "dilimizde aynı anlamda katar kelimesi varken şivemize uymayan bu ecnebi lafları niye kullanıyoruz ki?" diye soruyor. Ben de sürekli bir elim çenemde "Abi ne gerek var bunlara..." modundayım. 

töz: Bunun için Kamus'ta toz'un galatı olduğu söylenmiş. O da bugün "kulak tozu" lafında biliniyor. Yani bizim felsefecilerin "Varlığın asla değişmeyen cevheri, künhü" falan anlamında kullandıkları kelime aslında "kulak arkasındaki çukur yer" demek :p

ımızganmak: Lügat'te "uyuklamak, ayakta uyur duruma gelmek" ve "(ateş) kararıp sönmüş gibi bir durum almak"denmiş. İngilizcesi smoulder olur ki mmhh.

yülümek: "Tıraş etmek, fazla tüyleri kazımak." Bunun gibi anadolu Türkçesi fiilleri çok hoşuma gidiyor.

tülemek: "Tüyleri dökülmek, tüy değiştirmek." Anifül beyan ile aynı kabilden.

mükarebe: Kibirlenme demek aslında. Fakat özelleşip "Bir tartışma veya münazarada haksız olduğunu bildiği halde sürekli konuşarak muhatabını alt etmeye, susturmaya çalışma" anlamı kazanmış. 

15 Eylül 2023 Cuma

Kamus Çalışmalarından - T Harfi Serseri Serbest Stili

     What a summer! Nedir bu sinemdeki duygular bes! Muhteşemeden ama vasien mahdut bir temevvüç halinde tüm hislerim. Belki de telatum demek lazımdı, emin değilim. Çok şiddetli, ilginç bir biçimde müzmin ve mükerrer bir emin olmama hâli içindeyim. Neyse... Şu hâlde familyarize olduğum T harfinden bazı kelimeler:


    tenahnuh: Muhit'te "ıh ıh diye boğazı mükerreren hırıldatıp seslendirmek olur" denmiş, ayrıca "Bunları Vankulu karın gürüldemekle terceme eylemesi ağrebdir" de demiş (some lexicographic drama never hurts hehe). Sami "Boğazda bir şey kalmış gibi yalandan öksürme" notunu eklemiş ki bu Lügat'te de yok. Sami'ye itimat edip ben bu kelimeyi çok sevdiğimi ilan ediyorum. Vankulu bir köşede ağlayabilir. 

    tensuh: Sözcüğün kendisi o kadar da ilginç değil, "Nadir ve kem-yâb ve nefis şey, tuhfe, tefarik" demiş Kamus fakat bundan önceki etimolojik not beni güldürdü: "Fa. ten=beden - suh=hoş --- Yoksa Tr garip ve acip demek olan <tan>dan müştak <tanşug>dan mı mehuz?". Abi sözlüksün sen, bana ne soruyorsun ?!?!

    tenkih: "Bir şeyin fazla ve lüzumsuz kısımlarını çıkarıp ihtisarla beraber ıslah ve temyiz etme." Gayet güzel. Özel anlamı daha bile güzel: "Bir daire memurin ve hademesinin adedini veya maaşlarını azaltarak irat ve masrafı arasında muvazene hasıl etme." Downsizing'in Türkçesi!!!

    temevvüt: Fransızca mortification karşılığı ki gavurcası da hoş lafmış

    temermür: Kamus "Dudakların bila ihtiyar titremesinden ibaret maraz ki ekseriya hezeyanla murafık olur" demiş fakat Muhit o kadar da anlam yüklemeden "ırganmak" demiş.

    telkih: Bayağı bayağı "aşılamak" demek. Evvela bitkilere yapılan aşı anlamı verilmiş, sonra da o dönem gavurların yeni yeni bulduğu vaccin mukabili olduğu anlatılmış. Ne teknikle yapıldığı anlatılmış ki gayet ilkel.

        P.S. Fr. vaccin de Lt. vaccinus, o da vaccus'tan geliyormuş. Yani bizimkinin hayvan kaynaklı aşılara "telkih-i bakari" demesini tanetmemek lazım

    telif: Bunun anlamıyla ilgilenmeyeceğim şu an ama Sami'nin verdiği telif-tahrir ayrımı çok önemli, ben evvelen yanlış biliyormuşum: "telif karihadan yazılmayıp cem ve telfik ve tertip olunan, ve tahrir ise karihadan yazılan kitap hakkında müstameldir; mesela bir sarf veya lügat kitabı hakkında telif, ve sırf mütaalatı havi bir kitap hakkında tahrir istimal edilir."

    telgraf: Birkaç nokta var: Öncelikle bir dönem zürefa arasında telgraf ile aktarılan mesaja "telgram" diyen çokbilmişler varmış, ki Sami buna "malumat füruşane mukallitlik" diyor. İkincisi bu kelimeye bakıp "abi telle aktarılıyo' işte" diyen iştikak bilmez köylüler kendince bu lafı kısaltıp aynı şeye "tel" diyorlarmış, Sami Bey de sakin sakin anlatıyor "Hayır çocuklar, Türkçe'deki tel ile alakası yok, Yunanide uzak demek tele" diye. Sonralıkla "telgraf çiçeği" diye bir çiçek adı varmış. Ulan Şemseddin Sami 1850 doğumlu, Türkiye'de telgrafın ilk kullanıldığı tarih 1855; ne ara çiçeğe telgraflı ad verdiniz?? Sonuncusu hoş nokta da Kamus'ta böyle gavurcadan mehuz lafların sonuna hemen hep bir Osmanlıca karşılık gösterilmesi. Bunda da uzun uzun telgrafın ne menem bir şey olduğunu anlattıktan sonra, sanki millet anlayacakmış gibi, "dur-nuvis, târ-ı berkî" demiş. Adam benimle flört ediyor gibi hissediyorum "Fransız gibi telgraf demeyelim de Arapça 'yıldırımsal tel' diyelim" dediği zaman. Şapşik ya

    telefon: Buna da "dur-şinev, nakil-i seda" demiş gadasını aldığım.

    tehekküm: "Zahiren ciddi, hakikaten hezelden ibaret bir surette istihza etme." Bu gibi kelimelerin dilde kalmasının neden müthiş önemli olduğunu anlayan, bunları kullanacak insanları fonlayabilecek kurumlar olaydı... Ah benim öksüz Türkçem.

    tefsire: Bu bayağı ilginç bir tıp kelimesi. "Tabibin hastanın idrarına bakması, idrarı muayene etmesi" ve "muayene olunan idrar" demek. hehe

    tefrid: İlk anlamı "fert"ten müştak ve biraz sıkıcı, "Dünyadan ayrılıp yalnız allah ile meşgul olma" demek. Fakat teknik terim olarak "(elektrikten) yalıtmak" demekmiş. noice

    tefakkud: Hem yapısı hem anlamı nedeniyle sevdiğim kız cümle içinde kullansa kalbimin tekleyeceği kelimelerden. "Orada olmayan birini sormak" demek. Lügatlerde "iftikad" ile hem-mana gösterilmiş ama sanırım son dönem Türkçe'sinde maddebaşı verdiğim bu özel anlamı kazanmış. 

    tecerru': Gözlerime inanamıyorum sayın seyirciler! Şimdi kurulun koltuğunuza, bir hikaye anlatacağım. Yüreğime de dilime de müthiş bir özlem duyduğum ihtiyari ama elemli gurbet günlerindeydim. Elimde telefon, önümde bir şişe şarap ve dilimde aşk... Öyle sınırlanmamış, öyle çocuk ve öyle cüretkar bir aşktı ki bu kimseciklerin bilmediği kendi lisanımı yaratıp o lisanda sevmek istiyordum. "Öyle anlamam gerek ki seni ve öyle anlamalısın ki beni!.. Dünya halklarının evvelen tesmiye etmediği şeyler bizim için alelade laflar olmalı. Sayfalarca anlatılacak şeylerden biz iki kelime ile bahsedebilmeliyiz birbirimze." ve benzeri türlü tiratlar sonucunda tahrik edildim bu kabilden bir kelime uydurmaya ve o gece söylediğim kelime "Şarap şişesinden servis yapıldıktan sonra şişenin ağzında kalıp yavaşça aşağı doğru süzülen damla" anlamına gelmek üzere, tamamen mabadımdan uydurduğum, "liln" kelimesi idi. Şimdiye kadar bu artık damla ile ilgilenmiş bir kültüre tesadüf etmedim fakat Araplar "cür'e" kelimesiyle buna gayet yaklaşmışlar. İlk anlamı basitçe "yudum" ki tecerru kelimesi de bundan müştak olup "yudumlamak" demek, ama ikinci anlamı "şişenin dibinde kalan son yudum". Ah gençliğim! Ah aşklığım!

    tavuşmak: Ortak kökmüş. İsim hâli "Ayak sesi, yürüyüş sesi" ve fiil hâli "Ayaklar pek az patırtı edecek surette yürümek, tıpış tıpış yürümek" olarak verilmiş. Çocuk veya sevgili dilinde kullanılabilir sanıyorum. 

    tav: İlk anlamı kumardan, geçiniz. İkinci anlamı Garp dillerinde "toast" diye bildiğimiz şey. "tav kaldırmak" proposer un toast

    tatlı su frengi: "An aslin Memaliki Osmaniye ahalisinden iken başına şapka giyen Frenk mukallidi." hehehehehe. 

    tashif: Lügatte "yanlış yazma, ibareyi bozma" gibi bir anlam verilmiş. Sami de tahrif ile arasındaki farkı anlatırken ilkinin hem manayı hem lafzı tağyir ettiğini, diğerininse yalnız lafzı tağyir edip manaya dokunmadığını söylemiş. Fakat İslam uleması diğer kitaplardan bahsederken "muharref İncil, muharref Tevrat" vesair dediği ve bundan kasıtları kesinlikte bir tegayyür-i manevi de olduğu için bence bu fark artık sakıt olmuştur.

    tasavvurat-tasdikat: Valla bir halt anlamadım tam olarak ne olduğundan ama bu ikisi de mantık ilminin iki farklı sınıfıymış. İlki önermelerin zihinde oluşması ve teorisinden, ikincisi de bundan sonra o önermelerden hüküm çıkarmakla ilgili gibi geliyor şu an bana, ama güvenmeyin bu lafıma.

    tane: Bu kelimenin "adet" anlamında yalnızca gayri zi ruh şeyler hakkında kullanılması gerektiğini söyleyor Sami Beğ. Hatta bunun aksine de galatı fahiş deyor.

    tamamiyet: Arapça kurallarına uymadığına dair bir araba söylendikten sonra verdiği örnek ve asıl o örneğin Frenkçe karşılığı çarpıcı: tamamiyeti mülkiyye = intégrité territoriale!! Intégtiré kelimesinin Türkçe'sine "tamamiyet" denebilir madem!

    talas: İlk anlamı "dalga", geçiniz. İkinci anlamı "İpek gibi beyaz ve yumuşak şeylerin karışıp kabarması, kabarık", üf. Ayrıca etimolojisi hakkında "Yunanca deniz demek olan talassa'dan mehuz zannolunmuş ise de baiddir" demiş ama hastirsin ordan, belli ki Grekçe bu laf.

    taklit: Birini taklit etmek ile birine taklit etmek laflarının ikisinin de cari olduğunu fakat aralarında fark olduğunu söylüyor. "Mefulün ileyh ile iktida, ve mefulün bihle bir şeyin sahtesini veya istihza tarikiyle tıpkını yapmak demektir" deyor. Yani "birine taklit etmek" ciddiyetle onun gibi olmaya çalışmak, "birini taklit etmek" ise taşak geçmek demek.


    Güzel bitirdik. Dağılın şimdi, yoruldum



Kamus Çalışmalarından - T Harfi Part 1

    T harfi beni mahvetti, tedmir etti; tebah oldum.. Ulan bir lisanda "helak etmek" anlamında 5 kelime olur mu? Neyse, parça parça yayımlayacağım bu harfin notlarını. Bu da üzerine çok az uğraşılmış ilk kısmı:



     taammüm: İlk anlamı "Umuma ve cümleye ait olma/ yayılma" ki şaşırılacak bir şey yok. Düşülen muhteşem nottansa Arapça asıl anlamlarını öğreniyoruz: "Arabide başlıca 'imame'den sarık sarma ve 'amm'dan amca olma manalarına gelir." Our magnificent bastard tongue!


    taassup: Anlamlarda bir ilginçlik yok. Yine Arabiyle farkı anlatan notu ekliyorum: "Bu kelime Arabide başlıca ... asabiyet-i milliye manasıyla müstamel olduğundan, memduh; ve lisanımızda ise en ziyade ... Avrupalıların Fanatisme tabir etitkleri meal ile kullanıldığından mezmumdur."


    taayyün: Üçüncü anlam olarak "ayan sırasına geçme, kesb-i itibar ve haysiyet etme" verilmiş ki "lisanımızın muhteriatındandır". Türkçenin arabiye parmak çektiği her örneği beğeniyorum.


    tabaat: Akşam akşam çok küfrettim bu maddeye. Böyle bir kelime yok, tıbaat olacak o.


    tababet: Bu da Türkçede var sadece. Arapçada tibabet varmış ama anlamı farklıymış. Emin bunu umursamamış.


    tabeserahu: Bu kabilden arabi terkiplerin bitişik yazılması gerekir sanıyorum; yoksa "tâbe serâhu" yazardım. "Toprağı iyi ve pak olsun" demekmiş; ben severim böyle dua laflarını.


    tabiye: Kamus'ta "yerli yerine koyup hazırlama, tertip etme", Muhit'te "Askeri yerli yerine yasamak" şeklinde verilmiş ki burdan da "yasamak: düzen vermek, düzene koymak" kelimesini hatırlıyoruz. Yunus'tan "Cümle âlemler üstüne hayr u şerri sen yasadın". İşin güzel kısmı bu kelime o zaman Fransızca'daki tactique kelimesinin tam karşılığı! Bu anlamda örnek Safâ'dan: "Şinasi'nin muvaffakiyetsiz bir tâbiyesi yüzünden aralarına bir düşman gibi girmişti.". Son olarak bugünki "tabya" lafzı da bundan galat.


    tahaffuz: Kendini muhafaza etmek anlamına geldiği açık. İlginç nokta "taarruz mukabili" olması. "Başkasına tecavüz ve taarruz niyetinde olmaksızın mücerret kendini taarruzat-ı muhtemeleye karşı muhafaza ve müdafaa için tedbirli davranmak demek" olması. Bir de bundan gelen...

    tahaffuzhane: Karantina evi

    tâhûn: Değirmen demek. İlginç bulduğum nokta buna "lüzumsuz" kaydının düşülmemiş olması.

    tahzib: "Boyama (Başlıca saç ve sakal hakkında müstameldir." Kaşık attıran kelimelerden.

    tahyir: Basitçe "iki şey arasında muhayyer bırakma" gibi bir anlamı var. Şık

    takanak ->takıntı: "Küçük önemsiz borç" anlamında kullanılıyormuş. Bu anlamda Kamus'ta yok ama çok hoşuma gitti.

    takasur (tefâ'ul): "Bir iş görmeye iktidar var iken görmeme" Allah'ım, bir kaşık daha!

    takaza: "Tediye-i deyn için medyunu sıkıştırma, tazyik" Ulan arapça harbi güçlü lisan. 

    takazzuh: Yahu Türkçe kamus okuyarak nasıl fransızca öğrenir insan?! Bu kelime frenkçede "irisation"a tekabül eden "Güneş ışınlarını çözüp renkleri ayrı ayrı ve gökkuşağı sırasında gösterme" anlamına geliyormuş!









10 Eylül 2023 Pazar

Şerre Avdet

     Güneşin son yalanlarının göz kapaklarıma tesadüf etmesiyle uyandım. Gözlerimin söylemediklerine bağrım inandı. Tüm kaslarımda bir zorlamayla koşturuyordum evde. Yola dair bir fikrim bile yok fakat ne giyeceğimden her şeyimle eminim: Sanki yıllardır bunun için çalışıyor, bunu düşünüyordum. Her şeyin nasıl olması gerektiğine dair rakik fikirlerim vardı yani. Sonra nefesim adımlarıma yetişmeden dişlerimi fırçaladım, laf olsun diye bir çanta hazırladım falan. Fakat her fırsatta da camdan göğü gözlüyordum, hâlâ zamanım kalıp kalmadığını anlamak için. Zamanımın aylar önce dolmuş olduğunu en içten inkarlarımla içime aceleci bir ümit salınıyordu gördüğüm her kızıllık, morlukla. Sonra attım kendimi dışarı. 

    Kahrolası plaza hayatı. Tümden koptu gökyüzüyle rabıtam. Ekrandaki sayı muttarit azalırken içimdeki rahatsızlığı anlatamam. Günümü çalan tüm şeytanlara buğzediyordum beni nelerden alıkoymakta olduklarını hatırlarken. Öyle ya, kendimce ciddiye alıyorum bayağı gün batımlarını. İçimde yani yalnızca birkaç disiplin kırıntısı kalmıştı, başladığım yolculuğu tamam etmekte bir anlam gören. Sonra kapı açıldı yavaş yavaş.

    Şarkının mutsuz yerlerindeyiz bak. Herkesin bardağını izleyip telefon rehberini düşündüğü. Anneannemin numarasını hâlâ silmedim. Bütün gün çaydanlık aradım geçen gün. Başka bir şehirde çünkü onun bana hediye ettiği porselen olan. Sonradan öğrendim, benden yaşlıymış Allah'ın çaydanlığı. Ona siktirboktan isimleri olan İngiliz çayları alamadım. Demlemeyi bilmiyorum zaten. Üsttekine göz kararı birkaç kaşık çay koyar, üstüne kaynar kaynar sular döküp alttakinde de biraz su tutardık işte. -Neydi o zıkkımların adı be? Üsttekine çaydanlık, alttakine demlik mi deniyordu? Yok saçma oldu böyle... Sorardım böyle saçma sapan şeyleri işte ona, bilirdi o.- Numaramı silmiş olanlar var bir de. Onu da anlamadım ki zaten. Bende de senin numaran yok, aferin, nedir yani? "404 Emin Şahin Mektepli" "Biliyoruz olum senin ismini." Biliyorum bildiğini, hoşuma gidiyor sahte nizamlar. Sırıtma hoca, şaka yapıyoruz burda, ciddi bir şey bu! Tabii demiyorum böyle laflar ama aklımdan geçmiyor değiller. Hocam sen gördün mü be nerede yanlış yaptığımı? Hangi iki soruyu doğru yapsaydım doğru olacaktı hayatım? Çok çok konuştunuz yıllarca; hakkınız var, beni de susturmadınız hiç, amenna, ama doğru laflar edin artık bir sefer olsun: Hocam, hanginiz söylerse artık, yahu ben nerede yanlış yaptım?



Yazmıyorum anasını satayım günün gerisini. Benden dinlemeyin şarkının şakrak kısımlarını

***

Tamam, biraz daha iyiyim; devam.

    Ben de onculayın yavaş yavaş adımlarla sokağa ulaş/tım. İçime selis bir insicamla akıp şu mücevvef gövdemi doldurdu sanki dışarının renkleri. Yavaş yavaş taş/tım. Hayran bakışlarımı cevaplayacak alakayı yerde göremedim tabii. Bermutat çevirdim gözlerimi. Öğrenmekte olduğum bir dilde unutulmuş virdler fısıldanıyordu uzak adalarda. Benim olması gereken adalarda. Benim olmam gereken adalarda. Olunamayacak adalarda. Farkında değildim, koşmaya başladım hâlâ uşaklık hevesiyle başımda. Yalnız iki tekerlek eksik tabanlarımda. Düşlerimdeki hasret terk etmemişti bacaklarımı: Koştum! Yetişecektim o adalara adeta. 

    Fakat bir yerde durmak zorundaydım. Yavaşlayışım yalnızlığından hayli memnundum. 
Ama şimdi
Kemiklerime kadar sızı
Kemiklerime nasıl sızdın?

    Koşmama müsaade edilmesi yeterliydi şehri aşmam için. Fakat elimden alındığı hâlde heveslerim, beni yerde beklemeyin. 



7 Eylül 2023 Perşembe

Arnavutköy'e Doğru ve bir Zeyil

Arnavutköy'e Doğru

Kadın oturuyor ve adam 
    yekinmiş tek diziyle ayaktaydı
Kapı açıldığında dudakları hızlanıp 
    işvelerine acalet karıştı
İkisi de hissettirmeden
    sırıtışları kırıştı
Kapılar kapanırken adam
    yakasını kurtarırcasına kaçıştı

Şimdi adamı bırakıyoruz
     kırık tebessümüyle
El sallıyor gözleriyle
    sabır teklif eden bir vazla

Adam 
    ayakta
Ve solarken
    dudakları
Kadın 
    oturuyor
        hâlâ



    Şiir buydu. Aşağıda bulunan zeyil kalp ritimlerimle oynanmasına verdiğim bir reaksiyon olarak bir çocuksu serzenişten ibarettir ve edebi değer iddiası taşımamaktadır. Aslında bu son laf yukarıdaki için de gayet geçerli olabilir fakat kendi kendimle bu tartışmaya girmeye niyetim yok. 





Zeyil

Günde iki kez dürüstlenirim yalnızca
Bir kolum gelişine, diğeri gidişine doğru

Değil mi ki aynı sokaklarda kaybolduk
    güneşi ararken gidişlere fazla sarhoştuk
Değil mi ki aynı yağmurlardan kaçmakla utandık
    sen dil çıkardın bulutlara, ben göz yumdum
Değil mi ki her sözcük incitiyor dudaklarımızı
    fakat sadrımız tarafından mecburuz
Değil mi ki ikimiz de şiddetle yalnızız
    konuşmamak için erken değil mi?

Günümün gerisi eğriliklerden ibaret
Bir kolum gelmeyişine, diğeri susuşuna doğru














1 Eylül 2023 Cuma

Toz Kalktı

    Evde bir yaprak buldum:


Sabah, şairin üzerine saldırıyor
Dudaklarımda çürükler vardı, dağ çileklerinden ötürü




Hangi sembollerle gerçek olunacağını şaşırdım
Hiç savaş görmedim
Yancılarımın çığlıları demirlerden yükselmedi
Dudaklarımda bir yangın
Yalan karıştırmak lazım, para etmiyor araştırmalarım
Kırık bir çerçeve
Belki de tanımamamdı mazeretim, demir çığlıkları
Hiç silah tutmadım
Gerçek sözler değil, tütsü kokusu bunda o hâlde




Dudaklarımda birkaç damla kar
Sözlerimin tütsüsü ondan

---

Dudaklarımda birkaç parça kar
                        birkaç parça kömür
"Bıkmadın mı aynı manzaradan artık?"
"Şu bulutları bitirdim bir bir:
Her seher başka göğerir
Her akşam başka kızarır her bir
                                                   bulut
Her        bir        bulut
Her,    bir
Her,  çok"


"Diyeceğim geldi, diyecektim ki..."
                                                     "unut..."
"Salı bugün, ikinci salı; parasını hazır et kadının"
Masamda bir tıkrıntı
Bir kalış saklı sıkıntı
Göz kapaklarımda ithamlar
Bebeklerimde yaratı, bebeklerimde gök var.



2023 ağustos

    21 yaşında falanım fakat şu zamana kadarki en ilginç ağustos ayımı geçirmiş olabilirim. Hevesler, dostlar, eğlenceler; sonra ithamlar, kırıklar; dön geri sonra yeniden planlar, bırakınız bir kenarda dursun yalanlar; şimdiyse yeniden hevesler, çocuk umutlar.. Sonunda döndüm evime ve bu aralıkta yazdığım birkaç şeyi ekleyeyim buraya:


Kızarmak vardır hâlâ güneşte
Hâlâ ruhumda mevcut bir rüyet
Ki duvarlarda ararım güzellerin aksini
Ki kal'elerle, kulelerle bulurum irtifamı

Pür, durmaz parçalar pırıl pırıl içimde
Zihnimi, ruhumu araştırınca öyle açık ki!:
-Varsın ağlasın ahlaf, amaçları belli,
Belli bir aşk için hepsi, amaçları yok ki...


***

Taşıl sahillerden yeşil dağ tepelerini seyretmeye hevesim var!..

***

Wen suchen Sie?

"Kimi arıyorsunuz?" diye sordu adam
    Kaşları çatık
"Şairim ben" dedim "efendim;"
"Biraz ışık, biraz karanlık."

--

Kış bahçesi teras

Baktığım yıldız mı sakin titriyor
Ya da çeşmimde mi meskun lerziş
Yoksa dünya mı huzursuzlanıyor
Belki yalan bütün gördüğüm cümbüş



***

    Bu aşağıdakini bir şiir olarak değil, sinirli bir veledin serzenişi olarak almak lazım.

Çok güzel şeyler anlatacaktım
Yarım cümlelerim farklı kulaklarda
Davet, ret; terk ve amed
Hikayelerimi benden alamazsınız

Renklerim renkeleriniz değil
Yalnızca gramerinizi biliyorum
Elimde genişçe bir diksiyoner
Gördüklerimi benden alamazsınız

Kalkın, def olun, selamet sizin haklı haksız
Ah lütfen, oturun, en yüksek istikballerle
Bilmiyorum hangileriniz kalacaksınız sandalyenizde
Fakat masamı benden alamazsınız

Yüksek adımlar ve kaçkın göz bebekleri
İki kısa tırnak, biri meyyal, yaşlı sigara külleri
Ah, zencirine zencir; kıvrım kıvrım hayalleri
Emin ol, piyanomu benden alamazlar!



***

    Fakat İstanbul'a, evime, döndüğümde her unutulası hadiseyi unutabilmenin huzuru ve her önemli detayı hatırlayabilmenin zevkiyle doluyor içim. Yersiz umutlar, çocuksu heveslerle, yürü servirevanım, devam edelim.