22 Ağustos 2024 Perşembe

Müsalemet

Yabancı değilsin sen, dedim, sorun olmaz
Yine de vermedi selamını
Zannediyorum o yüzden hâlâ
Herhangi bir barda param çıkmadığında
Gönlümü alırlar paramı değil
Yabancı değilsin sen, derler, boş ver
Bunu bazen kahve bir adam söyler
Sahibidir kendi yerinin, göçmen bir tebessümle
Koyar önüme bir şeyler; anlat, der, birader
Neredensin sen, buradan nereye
Ya da müessesi bir hanım, kontuardan
İçkiparasıkutusundan alır, ses etmeden
Yine de bu ihsan kalil kalır
Düşsel bir Kaskat Sokağı musahabesinden.

Non Perfectum

     Davet üzerine geldiğim bu şehirde birkaç saat bulup buluşturdum bir şekilde; kaçtım davetçilerimden, kendisine karşı sorumlu olduğum insanlardan. Zaten benim bu hallerimin varlığını anlayacak kadar beni tanıyan, o hallerin sebebini asla anlayamayacak kadar bana uzak insanlar hepsi. Sağ olsunlar, sağ olalım, ceplerimiz defterlerimiz kadar dolu saye-i devletlerinde. Bu yeniden birleşmiş şehrin sokaklarını tanıdık saye-i devletlerinde. Birkaç dükkana girdim çıktım, çehreme güzelce bir aksan takındım; zaten kimsenin kimseyi garipsemeyeceği, çünki kimsenin kimsenin çehresine bakmadığı şehirlerden bu. Olsun, ben en güzel aksanlarımdan birini takındım sokakta yürüyüşümde. 

    İçimde olmayacak bir planın stresi var. Dakika dakika kurulmuş, fakat hakikatle asla yakınlaşmayan bir plan bu. En güzellerinden yani! Yaratılışımdan evvel sahip olduğum bir plan, öyle bir film afişine tesadüf edip falan uydurmadım yani! Bir irtical anında, tek seslemle yaratılmış bir evrenin olmayacaklığını paylaşan bir biçimde, "Aman sonra da şöyle böyle!.." denmiş gibi bir plan bu içimdeki. Tatbiki değil fakat bir mefhum olarak varlığı dahi, bu irtical anının sönmesine yakın varlığımı tehdit edercesine çöken bir yorgunluk ve bıkkınlık ve yeis hissini yekten mahveden bir ilham-averlikte. Bu hissin gidişinden geriye kalan, eski gloriöz günlerinin esintisiyle sokaklarında etekleri uçuşturan yaşlı bir şehrin şaşaası. 

    Eski gloriöz günlerinin esintisiyle saçların dalgalanmadığı bu şehirde yürüyorum, içimdeki sıkıntıyla, "Rap," diye "rap rap!" Eski serseri günlerinde isimlendirilmiş, sonra da levhalardan bu ismleri kazınmış sokaklardan birkaç tanesini daha geçtim. Zannederim biraz ilerimde gördüğüm köprüde olacak gösteri. Yaratılışım tümden bununla ilgili. Turistler nehirden baş çevirip kameralarını bana döndürecekler. Muhabirler haber alır almaz istikametime koşturmaya başlayacaklar bunu kaydetmek için. Yıllar sonra, o an tesadüfen o köprüden geçmekte olan insanlar, eşe dosta iftiharla anlatacaklar "Şahit oldum o güne, oradaydım ben de!" diye. Yalan yanlış bir sürü detay karışacak, eminim, tahkiyelerine. Kimi yaşımı yanlış anlatacak kimi boyumu. Kimisi anlatılarına daha başka, kasti yalanlar uyduracaklar dinleyicilerine yaranmak veya onları etkilemek için. Olduğundan iki adım daha yakın olduğunu iddia edecek bana şu yanımda duran beyefendi. 

    Tümden silindi, eğer daha önceden vardıysa, zihnimdeki plan. 

7 Ağustos 2024 Çarşamba

Dans Vakur

They locked our doors and forbade smiles
Don't laugh too much, malaria flies
A mask is now the norm, everybody lies
So clean and neatly separated human ties

Deprive me once, I will lease a house
Twice is better, I never liked my boss!
Third time, no chance; all grim, all gray
Streets? Cafés? No talking, no flirting, no game...

Rejoice! For you have created a world
Of so clean and neatly separated men who
Like to write and not to talk, be heard:
Against you are the green and blue!

Arise my voice as if that helps
Just an incantation of the past
My murmurs shall one day be heard
Yet in the form of Danse Macabre. 


    We have lost our third place: Our place of meeting each other after work and before home. We were banished from our work space as well: We all dream of a job which doesnt make us go to an office, and rightfully so! We have glorified squeezing ourselves, our minds and souls and lives into our tiny apartment buildings of which we are proud for being close to the mall or the metro station. We despised our fathers for making a family at too young of an age, now we swipe on people when we are at that age. How despising is it, to have underlined the primitiveness of our minds! In our tiny apartments, which are close to the metro station, we are certain of our apeness, doing everything at hand to ensure that fact, while screaming imported nonsense sensitivity slogans at the top of our lungs at a screen which follows our eye movements. We talk and meet and love and hate and fight over our tiny apartments, we never want to leave them. Oh, are we afraid of leaving our tiny apartments, even though they are close to the metro station!

6 Ağustos 2024 Salı

Vallahi Yazacağım Bir Lügat!

    Bir bardak daha koyun, sılada böyledir istihsali maslahatımız! Yani ki her dem virddir dilimizde lisanımız. Tamam hayli zamandır yazmıyorum kafiyeli laflar, veya kafiyelerim mevzun tagannilerden ibaret, fakat hâlâ zihnimde, karakterimde, yani ki en général tıynetimde kaviyyen kaindir Türkçem. Öyleyse birkaç not daha düşmeme müsaade ediniz. İhtimal ki bunları cem ve tertip ve tanzim ve tedvin ile bir lügat telif etmek insiyakı bırakmayacak peşimi. O güne kadar bu pejmürde notlarla yetinmek lazım:


    kumpas: bugün İngiliz tesiriyle "kompas" diye telaffuz ettiğimiz "pusula" anlamına gelen kelimeden türemiş bugünkü günde "hain kumpas" veya "ergenekon kumpası" falan laflarında müstamel bu kelimeciğimiz. Pusula kelimesinin ise "oy pusulası" tabirindeki "küçük kâğıt" anlamının orijini meçhul.

    rakkas: Belki de benim cehaletimdir bunu bilmemek fakat Türkçesini sorsanız öyle yekten söyleyemeyeceğim "pendulum" kelimesinin mükemmel karşılığıymış. Zaten Frenkçeden "pandül (pendule)" kelimesini almışmışız ama olsun, kadim müreccah! Bunu "erkek rakkas" olarak düşünen benim eril zihnimi de kın kın kınıyoruz bu arada.

    çapmak: Türkçenin daha az işlenmiş olduğu devirlerden kalmış, bugünkü günde çok da müstamel olmayan bu kabilden kelimeler (hele fiiller) bazen çok ilginç yapılara sahip olabiliyor. Farklı farklı anlamları karşılayan şemsiye ifadeler gibiler bazıları. Bu örnek de "süratle gitmek, koşmak", "saldırmak, yağma etmek" ve "at koşturmak" anlamlarına geliyormuş. Yani bir hızlı devinim anlamı var ve buna yaklaşan her türlü eylem için kullanılabiliyor. Hoş. "Çapul" falan gibi kelimeler de bu fiilden geliyor bu arada.

    burağan: Kar ve yağmurla döne döne esen şiddetli rüzgar, boran, demekmiş. Türkçede bu kadar fazla rüzgar ve yağmur falan adının olması çok hoşuma gidiyor: Sağanak, çisenti, serpinti, reşaş (biraz da arapça hehe), boğanak; lodos, poyraz, boran... Bunları toplayıp anlam ayrımlarını tespit etmek ve bir Thesaurus tertip etmek lazım işte...

    reşaşe: Basitçe "çisenti, serpinti" demek. Alamancası "niseln" imiş, öğrenmem gereğinden fazla uzun sürdüğü için buraya da yazmak istedim. Bu kelimenin muhteşem bir kullanımı şu mısraı bercestede Cenap Şahabettin tarafından sunulmuş: "Ona reşaşe-i rüya dökerdi yeldalar"!

    tarf: Bu kelimeden evvelen bahsetmiştik sanki ama tekrarın zararı yok sanıyorum, zira bu maddeyi gayet ilginç buluyorum. "bakış, nazar" demek; "taraf" kelimesinin muhaffefi olarak şiirde kullanıldığı geçiyor, ve "kenar, uç" anlamı var ki "tarfe" kelimesiyle ilişkisini merak ediyorum (hatırlayalım ki tarfe göz kırpışı anlamına gelip "tarfet'ül ayn" bir göz kırpması süresini ifade ediyor).

    heyula: Grekçe, frenklerin transkripsiyonuyla, "hylé" kelimesinden geliyor ki, yine frenkler tarafından, "La matière première en tant que principe opposé, complémentaire ou exclusif de la forme ou de l'essance" diye tanımlanmış. Bir ara Bardakçı'nın anlattığı fıkrada öğrenmiştim bu kelimeyi: Şakirt rahleye oturmuş, hoca uzun uzun anlatmış heyulanın detaylarını, ötesini berisini. En son durup çocuğa "Var mı bir sorun?" dediğinde velet dönüp "Her şeyi anladım hoca efendi de bu heyula nedir?" diye sorunca hoca derin bir nefes alıp "Rahlenin altına bak göstereceğim ben sana heyulanın ne olduğunu!" demiş... Beğenenine komik, beğenmeyenine lazım olduğunda estağfurullah çeker gibi "Heyula!" dedirtecek bir anektod :P

    nevamis: Normalde cemleri böyle listelere almayı sevmem, bilmeyenine sanki topluluk ismiymiş gibi görünüp ilginç gelen ama aşinasına bir yenilik sunmayan nesneler bunlar. Fakat bu örnekte müfred, aslında gayri arabi bir kökeni olan, "namus" kelimesi. Bu kelimenin asıl anlamının "kanun" olduğunu ve bunu da gayet genel bir anlamla karşıladığını hatırlamak için "nevamisi ilahiye" ve "nevamisi tabiat" terkiplerine bakmak lazım ki sırasıyla "ilahi kanunlar" ve "doğa kanunları" anlamına geliyor. Yani attığımız elma, yere düşmezse çok namussuz bir iş yapmış olur!

    müsteda: İstida kelimesi dua'dan gelip "yalvararak istemek" gibi bir anlamı haiz. Onun mefulü olan müsteda da "istenilen şey" ve özellikle de "bir dilekçe ile istenen şey" demek. Çoğulu olan müstedayat da doğrudan o dilekçelerin adıymış. 

    mahzar: Huzur ve hazır kelimeleriyle kökendeş olup "Yüksek makamda olan birinin önü, huzuru, pişgah" demekmiş. Bu ilk anlam gayet sıkıcı, zira zaten "huzur" lafını bu manaya kullanıyoruz. Fakat ikinci anlamını Lügat "Görünme, görünüş, hazır olma" olarak vermiş ki "nik-mahzar" terkibi "iyi görünen, gösterişli" demekmiş. Bir de biraz anlam kaymasıyla "Yüce bir makama sunulan dilekçe" anlamı var ki ne de güzel bir kayma olmuş o öyle!

    çakar: Doğrudan Lügat'i istinsah eder gibi olacağım fakat verilen üç madde de çok ilginç diye düşünüyorum: 1) Aralıklarla yanıp sönerek deniz taşıtlarına yol gösteren ufak fener, 2) Bir çeşit balık ağı, ve "Çakar almaz" terkibinde 3) Çalışmayan, bozuk. Denizcilik terimlerinin bu kadar çeşitli olması çok ilginç bir mesele. 

    havsala: "Anlamıyor, anlamıyor; havsalası almıyor!" lafından tanıdığımız bir kelime fakat benim sandığım üzere "anlamak, idrak etmek" anlamında bir kökten değil "hasala" yani bayağı bayağı "elde etmek" kökünden geliyormuş. Onun da ikinci anlamından "taş, toprak yutmak" anlamından türemişmiş ki o yüzden birinci anlamı "kuş kursağı, taşlık" imiş! Sami'nin "Kabiliyeti zihniye" olarak verdiği bugün cari olan anlamı feri ve mecazi bir anlammış...

    mefaze: Gavurca "contronym" veya "Janus Word" denen kabilden kendi kendisiyle zıt anlamlı kelimelerden biri bu ki lisanı aliyi Türkimizde hayli nadirler. Birinci anlamı "Sığınılacak yer, melce" iken ikinci anlamı (herhalde ilk anlamı verenden farklı bir isim kökünden) "Mehleke, helak olunacak yer" imiş! Bir de bu ikinci anlamı takviye eden üçüncü anlamı var namussuzun ki "Susuz çöl, beyabana denir"! 


    Şimdilik yetsin bu kadarı. Daha sonra yine toplarım belki bu ve buna benzer bazı lafları. Hayatımı bir tertip ve tanzime sokmak işi uğraştığım diğer her şeyden daha çetrefilli ve becermesi zor bir mesele çıktığı için bu yazdıklarım da pek bir sistem arz eder halde değiller. İnşallah halledeceğim hepsini efendim, inşallah.




31 Temmuz 2024 Çarşamba

Bunu Silmem

     Şarkı naziresi:


Sinemi deldi bugün bir afetin dil laneti
Sivri dilli, serseri seslerle süslü sinesi
Sinemizde ism-i şuhu saklanırken kendisi
Sivri dilli, serseri seslerle süslü sinesi

Dilde derdin dane danedir dedim dürd-âşama
Cam-ı Cemden var mı kârın, lokma kafi aşıka!
Hunharın kârından el çek gel muganni sofraya
Sivri dilli, serseri seslerle süslü sinesi


falan işte, yazarım herhalde gerisini.

19 Mayıs 2024 Pazar

Eksik Sone

Telefat her dediğim laf, edemezsin itimat
Göremezsin sana hiç sevgimi ettim mi itiraf?
Diyebildim mi çıkıp karşına dümdüz bir surat
İle gönlümde duran şeyleri? Hayır, hep güzaf!

Telefat her dediğim laf ki sağırsın bana sen;
Si hafifsin bedenince, si ağırsın bana sen;
Bana ihsan, bana ilham, ve kahırsın bana sen;
Bana mülhim ve de mülhem ki satırsın bana sen!

Döneceksin yine bir gün, ışıyorken batıdan
Telefat sözleri artık duyacaksın doğudan.



    Çok uzun süre tuttum bunu bir kenarda ama yok, belli ki ilk kıtanın çiğliğini pişirecek takatim yok ne de bir kıta daha ekleyip eli yüzü düzgün bir İngiliz usulü soneye çevirebileceğim bunu. Ama bu vezni o kadar seviyorum ve ikinci kıtayı o kadar eğlenceli buluyorum ki paylaşılmaması da yazık değil mi yani? 

    Son ikiliyi başka bir şiirde kullanıp kendime nazire yazarsam da hiç şaşırmayın, hehe.

17 Mayıs 2024 Cuma

17 mayıs 2024

     Öyle bir ilhama maruzum ki her vechesinden aynı anda hem ufalanırcasına sıkıştırılıyor hem yırtılırcasına geriliyor ruhum. Öyle merbut, öyle kısıtlıyım ki bu sahada... Müsaade edildiğim birkaç metrekarelik alanda gösterdiğim hürriyet şaşırtır sanmıştım kısıtçılarımı fakat ne çare! Dedim "Ben öyle oynarım ki bu dar yerde, kıskanır bahane üretenler; sonra acır bana tanrım, veya işte ne mümkünse, ve kurtulurum bu içinde memnun gibi davrandığım delikten." Olmadı öyle; hâlâ aynı kısıttayım. Keyiflensinler diye yaptığım dansı çirkinsemişler belli ki, zira ki kötüleşti koşullarım. Alışıyorum git gide, daha az sızlanıyorum. Ama insanın canı sıkılıyor "Ne de güzel oynamıştım, neden beğenmediler ki?" diye düşündükçe.


    Bak sana çok güzel bir elbise uydurdum. Bembeyaz, yok gibi üstünde. Yok gibisin içinde. Elbisenin ceplerinde uydurduğun güzeller var. Şu cümle şuraya pek yakışmış, bırak orada kalsın. Olmayacak yerde bir çalı çırpı mı; olmayacak değildir o, Makra koymuştur, bilir o doğrusunu. Bak yok gibi cümlelerim, her anlamda, herhangi bir anlamda. Zaten bu kadar müsaade ediliyor oynamama. Bak sana uydurduğum elbiseye; bak yok gibisin içinde.

    

    Kız oturdu yine masasına, ama her şey her zamanki gibi değil sanki. Açtı defteri, daha yeni, yalnız ilk sayfasına imza olsun diye sevdiği bir mısrayı yazmış. Aşırmış mı, aşırmışsa yukarıdan mı aşağıdan mı bilmem artık orası onu ilgilendirir. Defterin diğer sayfalarını fark etti ki gerektiği gibi bakir değiller. O tek mısradan bahseden koca bir defter. Okunmaz bir yazıyla resmetmiş o mısranın maharetlerini. Fakat biraz kazıyın altını, yalan bunlar, mendeburun övdüğü mısranın kendi değil, yazanı! Hem deftere tecavüz etmiş hem de iğfal karışmış iltifatlarına. Bir defter iltifat.

    Sonra kız gözlerini kıstı biraz, ciddi şeylere bakarken yaptığı gibi işte. Yazının kıvrımları iyice karıştı birbirine. Devam etti kız gözlemeye ve kıvrımlar tek bir cümleye yoğuruldu. O cümle kısaldı, kıvamlandı, bir masumcuk harfe döndü. O bir defter iltifatı, bu kızcağız, tek bakışta görmüş oldu son durumda. "b" harfinin altında, küçük bir nokta.

Şiir:

Haklısın, doğruydu gördüğün hayal
Seni mest etmek içindi o şarkılar
Şairler, bazı bahtiyar, bazı pür melal,
Seni dans ettirmek için şiir yazdılar


Clarity

     Gözlerimdeki çılgın alevler sakin bir kamp ateşi koruna taklip olmuştu hızla, bunun ne derecesini takip edebildiler bilemiyorum. Kaçırdım bakışlarımı bir an-ı huzur için; biraz ayaklarımda tabanları, biraz tavanlarda ışıkları izledim. Artık gözlerimi yeniden ona doğrulttuğumda, sanıyorum, biliyordu ne diyecek olduğumu. Bu son anlaşılmanın acizliği ve ilham-aver doğasıyla bir an şaştı fikirlerim; konuşmanın, yazmanın yersizliğiyle doldu bir an zihnim, fakat sonra yeniden ciddiyet kazandı gözbebeklerim. Dudaklarım büzüldü onu takbil etmediğim seferlerin karışık duygulanımıyla kasılırcasına. Biraz hasret, daha çok halas; kokuşmuş bir sevda, malihulya, nostalgia! 

    Bunların hepsi tek kalemde dudaklarımdan süzülerek, bir nefeste, durmadan tefevvüh ettim söyleyeceklerimi. Dedim "Ben hatırlayamıyorum senin soy ismini!" 

    Bütün bar sustu. Muhabbet çekti paltosunu, masaya hayret ve adavet oturdu. Hâlâ kovmamış olduğum eski dostlarım iğrentiye yaklaşan bir bakışla baktılar suratıma. İsminiunuttuğum'un çığlıkları arasından türlü hakaretler, ithamlar seçmek mümkündü. Fakat benim gözlerimi ışık almış, kulaklarımı ise yalnızca kırılan zincirlerin gürültüsü doldurmuştu; duymuyordum ne tayiplerini ne telinlerini. 


    Bileklerimi ovuşturdum yürürken. Hayli darmış bana İsminiunuttuğum'un aldığı bileklik. İlla ki geçecek izleri. 

    Durdum dükkanın önünde. Konuşmadım fazla, anlatacak veya anlayacak pek şey görmüyordum. Gösterdim parmağımla, adam bir fiyat söyledi, verdim. Pek yakıştı doğrusu boynuma kolyem!

10 Mayıs 2024 Cuma

Afv

Affet beni ki günahlarım layıktır afvına
Sabadan önce ışık çalıp geldim gözlerine
Gittiğin yerden bir nefes çektim sadrıma
Bütün unuttuklarım vardı verdiğim nefeste

Unuttuğum lehçeler, hahnahah vecheler
Yersiz kızdıklarım, olmayacak üzdüklerim
Harcadığım zamanlar; baharlar, hazanlar
Bir dıhkına sığdı bütün gördüklerim

Affet beni ki yalnızca sen kadirsin afvıma
Çıktım semadan çaldım ahımı kalbine
Değmesin o şişenin parçası parçana
Ki bir tude tuyur ile tulu koydum içine



    "Ar u namus şişesi" üzerinden bir şaka yapacaktım son kıtada, sonra yoruldum başka bir şaka yapıp bitirdim stanzayı. Bu da bitmemiş bir şiir çok belli olduğu üzere. Yetiştirmem gereken bir rapor var, bir saniye...

4 Mayıs 2024 Cumartesi

l'amour à travers la langue

Bak en güzel ben severim seni senin dilinde
Sınırsız, kısıtsız bir sevmeyle
Kalemle isimleri öğrenmemiş gibi daha
Yıldızların sayılamadığı bir gökyüzü altında
Duvarlarında övgüler yazılı bir bahçede
Bulduğum otlardan içtim bu gece
Büyüdüğüm sokaklara yakışmaz bu laflar
Ama varsın artık bizi tanımasınlar
Bak en güzel ben severim seni senin dilinde



    Söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama artık uzun soluklu şiir yazma maceralarına pek giremiyorum. Haftalarca bir şeyi yazmayıp sonra birden mevzunen yazdığım oluyor, veya şu yukarıdaki gibi çokçok daha uzun şeyler düşünüp tek bir stanzasını yazıp bırakıyorum. Neyse, fena değil bence.

14 Nisan 2024 Pazar

Sünnetullah Nedir?

    Ah Tanrım, ben bu yazıyı 28.03.2023'te yazmışım... En sonda görebileceğiniz üzere bu çok daha uzun bir argümantasyonun daha girişi olmak amacıyla yazılmış bir yazıydı. Fakat şimdi yeniden baktığımda tek başına, blogdaki diğer yazılar müstakillen ne kadar anlamıysa o kadar, anlamlı olduğunu sanıyorum. Eh, paylaşılmış dursun madem; iyi seyirler diliyorum!
 

    Evvela, Türkçede takındığı hoş tali anlamlardan sarfınazar, sünnet kelimesinin aslında "adet; yaratılış, tabiat" gibi anlamalara geldiğini -kaynak olarak Kamus'ul Muhit'i vererek- belirtelim. Neredeyse bir terim olarak kullanılan sünnetullah ise "Allah'ın adeti, karakteri" anlamına gelirken daha çok "Allah'ın koyduğunu kanun ve nizam" olarak anlaşılmış -ki bunu da Kubbealtı'ndan aldım-. Kader lafzının kendisini "Kainattın kanunları, yani ki fizik kuralları." şeklinde anladığı görülen Yaşar Nuri de, aynı zamanda Muhammed İkbal'i tanık göstererek- "Yaratıcının tavrı, tarzı, davranış biçimi" ve daha kısaca "kader" ifadeleriyle sünnetullahın manasını özetlemiştir diyebiliriz. 

    Ben, gayet yersiz bir şekilde İslami bir bakışla kimi teolojik problemlerin çözümleriyle uğraşmaktan keyif alan biri olarak, bu kavramın bazı sorulara cevap olabileceğini düşünüyorum. Belki de en hoş ve benim de, o yaşlarda yapacak daha iyi bir şeyi olmayan her diğer ergen gibi, ortaokul yıllarında yetersiz din bilgisi hocalarıma sorduğum örnek herhalde "Tanrı, kendisinin kaldıramayacağı bir taş yaratabilir mi?" çocukça istifhamıdır. 

***
İstitrat
    Bu aşamada çok dikkate değer olduğunu düşündüğüm bir vakayı vurgulamak isterim ki verdiğim örnek kabilinden soruları bazı insanlar gülünç derecede çocukça veya daha kötüsü aptalca bulurken, başka birtakım insan da "Ah işte azizim, şöyle bir çocuğun dahi aklına gelebilecek soruları düşünmüyor bu millet!" şeklinde neredeyse tazim ediyorlar! Bu iki kliğin de tümden gerizekalı olduğuna inanmıyorsak -ki böyle bir tavır ancak başka bir yazının konusu olabilir- yapılması gerekenin her zaman karşımızdakinin de doğru akıl yürüttüğü hüsnükabulüne sahip olmak gerektiğine inanıyorum. Bundan sonra güzel oynayın olur mu sevdiceklerim, öpüyorum. 
***
    
    Çok açık ki, en azından İslami bir bağlam kabul edildiğinde -zira hangi tanrı telakkisiyle ilgili konuştuğumuza karar vermek zorundayız-, bu "sorun" tamamen Allah'ın isimleri, yani ki iddia edilen sıfatları ile ilgildir. Verilen örnek "Kadir" isminin özçelişkili görünen doğasıyla ilgilidir ve bendeniz çözümünün "Tanrı öyle bir şey yapmaz." demekten ibaret olması gerektiğini düşünüyorum. Zira kendisinin, bizim bilgisine layık görülmediğimiz, bazı yöntemleri ve tercihleri var ve diğer sıfatları ve özellikleri de gözönüne alındığında açık olmalı ki bu adetinden kimsenin onu caydırmaya gücü yetmiyor. Şu hâlde "Tanrı 'yapamamamsı gereken bir şey'i yapabilir mi?" ve benzeri sorular aynı "Evrenin dışında ne var?" gibi manasız ve düşük sorular olmuş oluyor. Tıflane bir merakla size böyle bir şey soran veletlerinizi "Evrenin dışında bir şey yok yavrucuğum, evren zaten her şey demek; bir şeyin illa içi ve dışı olması gerekmiyor; siktir git Aristo mantığını Antik Yunan'a götür." ve benzeri laflarla terbiye edebilirsiniz.

***
İstitrat-ı Şahsi
    Kontrol altındaki depresyonum elle tutulur hiçbir şey ortaya koymama müsaade etmediği için bu istitrattan evveli kısım kadar bir yazı hazırlayıp bıraktım. Asıl bahsetmek istediğim konuya girişin dahi tamamı ortaya konmuş olmadığından asıl meseleyi de aradan geçen birkaç gün içinde unuttum. 





12 Nisan 2024 Cuma

Türki-i Basit

Yılları ve yolları;
Şehirleri, devirleri
Harcadım denerken

Olmadı, utanamadım
Seni sevmekten


    İnsanca, pek insanca şiirler. Ve hayli basitler. Bırakınız basit kalsınlar.


***


Ne süpernovalar ne yüzünde çiçekler var
İki gözde huzur ve elinde saadet var


    Şu sıralar İlyada'yla haşır neşir olduğumdan aklım daha klasik vezinlere gidiyor sanırım. Bunu söylerken direkt Homer'in veznini çaldığımı dahi sandıydım. Fakat yok, Türk şivesine uymuyor bence daktiller. O yüzden, fark bile etmeden, antidaktiller (anapest deniyor aslında ama antidaktil daha düzgün bi tesmiye bence) ile yazmış oldum. Hafızam beni iki yüzlü yanıltmış ki pentameter kullandıydım heksa yerine... Neyse, sonuçta Aşil'in öfkesini anlatmıyoruz biz de!
    Ayrıca antidaktillerle konuşmanın, benim gibi remel bahrine aşina biri için ne kadar tabii olduğu açık olsa gerek.

25 Mart 2024 Pazartesi

Defterden

Wishful Thinking

Gönlümde önce bir yalı sakindi tahtadan
Kaşanei müzehhebe çevrildi vehleten


***


Bir pencere açtım,
Sonra gövdemi sardı sandım esîr.
Uzattım parmaklarımı
Uçlarında süzülmekte kesir,
Kesif ve beşir
Bir tesirle yumdum gözümü.

Kaçmam gerekmedi,
Tebessümüm yetti çünkü.




1 Mart 2024 Cuma

Köylü Şiiri


My accent is that of a peasant

No matter how nice is my parley
To them shall I never be pleasant 
For my skin is that of a peasant
And only that is what they see

In the nicest quarters of the city I may roam
The most prestigious magazines I my own
Alas, I shall never be home under the cross
                                                 nor the crescent
For my accent is that of a peasant

Yeni Yaşımda Yazamıyorum

     Yaşım geçti sanırım artık. Yok yazasım şiir. İnsan da istemiyorum gençler, ilişmeyiniz bana.


13
Gül, korkma, bugün de dirisin
Cebinde ilaçların ve kalemin
Cebinde defterin, diğerinde kitap
Parmağında tempo, bariton bir hitap
Bilmeyen ne bilsin? Herbiriyle beraber
                                  zübdei âlemsin
Onlar inanmıyor diye sen kendine
                                  kıyamazsın
Bir hat dahilinde doğar güneş
Ve bir hat dahilinde batar
Ve en asi saatlerde
Gökten ilham yağar
Pek güzel gizlemişsin, mahfazan pek mültefet
Ama, diyorum, artık
Utanmaktan vaz mı geçsek?


14
Hayatla aramda iki arşın yar
Jilet keskin bir ip yerine
Tabanımda budaklar var

Dudaklarımda bir parça gül
Mücevvef, müşekkel
Dilimde musır bir mürmür
Münker ve mükeffer

Ayağımın kaydığını günahımdan değil
Çatırdayan zeytin dallarından bil

cık, yok bitiresim bu şiirleri

21 Ocak 2024 Pazar

Zürich

Bak bu şehirde en sevdiğim sokaklar var
En sevdiklerim var ismini duymadığın
Her sevdiğime karışmalı adın

Şehrimde seni tanımayan sokaklar var
Kaldırımda çiçek, yaprağında arı
Bana değil, şâhâ, onlara acı

Balkonlarında teyzeli sokaklar var
Gözlerinde gelip geçen, dillerinde ölüp giden
Sen geçmelisin onların dahi fikrinden

Hayalimde hıyabanlar, hayalimde sokaklar var
Yeşilinden geçtiğin, kızılından kalmadığın belli
Yürüyorum ben de, sonu sana çıkar diye belki


    Bu şiirin adını "Sokaklar Var" koymamak için zor tutuyorum kendimi.
*** 


Unutma seninle aynıdır kanımız 
Tanrımızdan aldığımız
Ve ışık aynı rotayla takip eder bizi
Gece yolculuklarında ay dede bırakmaz peşimizi

Göz ucum göz ucunda
İhtiyaçlar göz önünde
Bir tek susamadığım var
Bir de söyleyemediğim


***

    İçimde Kaybolan Şehir'e bir özlem ve bunun saf aptalcalığı var. Bir Yahova şahidi gelsin de beni dinden döndürsün istiyor gibi uçucu, öylesi kararsız ruhum. Müthiş paralar kazanıp yetimhaneler kurmak, nesiller yetiştirmek istiyorum, bana tek katkısı yıllar sonra içinde bir minnet kırıntısı taşımaya devam etmek olan çocuklar. Ama, dilini ağır bir aksanla konuştuğum ülkelerde birkaç gündür tanıştığım insanlarla çeteler kurup takma adlar kullanmak da var.

    Aslında yok hiç biri. Ne seçenekler var ne de istekler. Öyle hassas bir noktadan sıkılıyor ki boğazım, nefes borum açık olsa da duruyor kan akışım. Şairane laflar aynı derecede midemi bulandırıyor keko triplerle. Nefret etmeye, tiksinmeye mecalim yok. Kaburgalarımsa hâlâ bereli konuşamamaktan.  



7 Ocak 2024 Pazar

Bir İftirak Tablosu

Arkaplanda yalnız bir piyano yok
Heyecanlı bir orkestra veya elektronik ritimler de bekleme
Arkaplanda babalarının ürkek aksanını devralmış adamlar var
İnşaatlar var manzarımı süsleyen,
                        ki bunlar hakkında yüksek laflarım meşhurdur.
Ön planda gözlerimin kızılı
Ön planda omurgamda meskun, müzmin bir ağrı
Ön planda ömrümde mahfi, mevrus bir şive.
Flashbackler halinde ömrümün bir kısmı
Hemşireyle pederin koluma sarılışı
Müsaade edin yanıma uzanayım,
                        hayır, babam ilk defa cebrediyor
                        kollarımda muhafazakar morluklar
                        dirsek içimde muhafaza aletleri var
Rahat vermediler ki rahatça uyuyayım
Doğrusu uyanmam, anlıyorum tabii, rüyadan
Fakat, doğrusu, uyanmayacağım bu söylediğim yalandan
Kardeşlerine sevginde emin oldum sevginden
"Hüm recül nahnü recül" değil mi zaten?
Böyle böyle ayrıldım hane ehlinden
                                    baba evinden
Benimse sokaklarım aşina lambalarla süslü
Bak işte tanıdı beni tütüncü
Kediler geçtiğimde ciyaklaşır 
Çiçekçi kadınlar heyecanlanırlar beni gördüklerinde
Tamam, çıktım baba evinden fakat
Artık kasiyerler gülümsüyorlar ben içeri girdiğimde